Stalin, Birinci Dünya Savaşı sonunda kaybedilen bütün çarlık dönemi topraklarını geri almıştır. Kızıl Ordu tarafından işgal edilen ve Moskova tarafından empoze edilen Sovyet tipi hükümetlerin kontrol ettiği Doğu Avrupa’daki sonradan uydu yörüngesi diye anılan devletleri de bu topraklara eklenmiştir.

Çarlar zamanında yeter derecede karışık olan imparatorluk yönetimi, komünistlerin döneminde savunulması güç bir ekonomik sistem empoze etmek suretiyle, buyruğu altındaki halkların yabancı yönetimden nefretini artırarak daha da problemli hale geldi. Sovyet tipi merkezi planlama sistemi, uzun vadede Sovyetler Birliği’nde bile çekilmez hale geldi; hele uydu yörüngesinde başlangıçtan beri bir felaketti, ikinci Dünya Savaşı’ndan önce Çekoslovakya’daki hayat standardı İsviçre ile kıyaslanabilirdi. Sonradan bütün komünist küresinin karakteristiği olan karanlık ve monoton bir gerilemeye uğradı. Polonya’nın İtalya’nınki kadar büyük bir sanayi altyapısı vardı; fakat kısa zamanda Doğu Avrupa seviyesinde kurumlaşmış bir fakirlik içinde yaşamaya mahkûm oldu. Doğu Almanlar, komünist sistemi, Federal Cumhuriyet’in ekonomik refahını paylaşmaları önündeki tek engel olarak gördüler. Doğu Avrupa’daki her ülke halkı, komünist ideoloji ve Sovyet hegemonyası için refahlarından fedakârlık ettiklerine inanıyordu.
Sovyetler Birliği’nde komünizm, kendisini dahiyane bir fenomen olarak tanıtabilirken, Doğu Avrupa’da bu sistemin zorlama ile empoze edildiğine ve eski ulusal geleneklerin bozulduğuna şüphe yoktu. Polis, medya ve eğitim sistemini tam kontrol altında tutmasına karşın, uydu devletlerdeki komünistler, kendilerini, etrafları çevrilmiş azınlık olarak hissediyorlardı ve öyleydiler de. Lenin, Çar II. Nikola’nın, kendi yöntemlerini komşularına empoze etme politikalarının Bolşeviklerce uygulamasını delilik olarak vasıflandırmıştı. Fakat Stalin öldüğü zaman komünist yönetimle müstebit çar yönetimi arasındaki temel fark, Stalin’in daha acımasız ve ağır elli olmasıydı. Nihai olarak Sovyet politikası, tarihinin ilk dönemlerinde Rusya’yı şaşırtan aynı problemle karşı karşıya gelmiştir: Sovyet devletinin güvenliğini artırmak için komünistleştirilen Doğu Avrupa, Sovyet kaynaklarını kurutmuştur ve stratejik bir ödül olmaktan çıkıp, bir yük haline gelecek kadar fazla dikkat istemektedir. Uydu ülkelerin liderleri, halkın onayını elde etmek için milliyetçi bazı kimlikler elde etmeleri gerektiği paradoksuyla karşı karşıya kaldılar.
Kendilerini Kremlin’in kuklaları değil, Polonyalı, Çek veya Macar komünistleri olarak göstermek zorundaydılar. Kremlin’in Doğu Avrupa uydu rejimler üzerindeki kontrolü gittikçe daha sorunlu hale geliyordu.
Batı demokrasileri Süveyş krizi ile uğraşırken, Sovyetler Birliği de kendisini Polonya ve Macaristan gibi iki önemli uydusunun yarattığı dar bir boğaz içinde bulmuştur. İlk patlayan Polonya oldu. Poznan sanayi şehrinde başlayan isyanlar, kanlı bir şekilde bastırıldı, düzinelerle ölü ve yüzlerce yaralıyla sonu alındı. Ekimde, önceki yıllarda Stalin temizliğinden kurtulmuş olan Polonya Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeleri, Polonya milliyetçiliği davasını savunmaya karar verdiler. 1951’de temizliğe maruz kalan ve gözden düşen Gomulka, Komünist Partisi’nin birinci sekreterliği görevine dönmeye çağrıldı ve ilk Politbürotoplantısına 13 Ekim 1956’da katıldı. Savunma bakanlığına getirilen ve 1949’dan beri Polonya Politbürosu üyesi olan Sovyet Mareşali Konstantin Rokossovskigörevinden alındı ve bu suretle Sovyet vasiliğinin en aşağılayıcı sembollerinden birine son verilmiş oldu. Polonya Komünist Partisi, bir tebliğ yayınlayarak Polonya’nın bundan böyle “sosyalizme giden ulusal bir yol” izleyeceğini ilan etti. Polonya’nın ateşli milliyetçi duygularının sosyalizme karşı kayıtsızlığı düşünülürse, bu açıklama Moskova için güven verici olmaktan uzaktı. Bir an Kremlin askeri müdahale fikrini aklından geçirdi. 19 Ekim’de Kruşçev, Politbüroarkadaşları Kaganoviç, Mikoyan ve Molotov’la birlikte Varşova’ya inerken Sovyet tankları da başlıca şehirlere doğru ilerlemeye başladılar. Polonyalı liderler gözlerini bile kırpmadılar. Sovyet genel sekreterine, ziyaretinin iki parti arasında bir toplantı olarak değerlendirilmeyeceği ve bu nedenle kendilerinin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Genel Merkezi’nde kabul edilmeyeceği bildirildi. Sovyet delegasyonundan, devlet misafirlerine ayrılan Belvedere Sarayı’nda kalmaları rica edildi. Son anda Kruşçev geri çekildi. 20 Ekim’de Sovyet birliklerine üslerine çekilmeleri emri verildi. 22 Ekim’de, Kruşçev yeni liderlerin sosyalist sistemi koruyacakları ve Polonya’nın Varşova Paktı’ndaki üyeliğini devam ettirecekleri vaadine karşılık, Gomulka’nın Komünist Partisi genel sekreterliğini onayladı. Resmi olarak Sovyet savunma sistemi dokunulmamış olarak kaldı. Ancak Batı ile herhangi bir savaşta, Polonya birliklerinin güvenilirliği, artık kayıtsız şartsız değildi. Sovyetler Birliği geri adım atmış ve ulusal komünizmin Polonya’da egemen olmasına izin vermişti. Çünkü bu hareketi bastırmak, tarihi Rus baskısı ve Sovyet gaddarlıklarına karşı gösterilen direnme ile cesaretini ve dövüşme azmini kanıtlamış olan 30 milyon insanla baş etmek demekti. Fakat daha önemlisi, Kremlin aynı anda daha ciddi bir şekilde Macaristan’da bir testten geçiyordu.
Macaristan'da Başlayan Ayaklanma
23 Ekim’de, Gomulka’nın resmen iktidara dönüşünün ertesi günü Budapeşte’de halk galeyana geldi. Öğrenciler bir istekler listesi hazırladılar. Bu istekler, Polonya’da yapılmış reformların çok ilerisindeydi; konuşma özgürlüğü, Rakosi ve arkadaşlarının yargılanması, Sovyet birliklerinin ülkeyi terk etmesi ve İmreNagy’nin iktidara geri getirilmesi isteniyordu. İmre Nagy, Parlamento Meydanı’nda çok büyük bir kalabalığın karşısına çıktığı zaman hâlâ reformcu bir komünistti ve programı komünist sisteme bazı demokratik yöntemler sokulmasıydı. Düş kırıklığına uğramış kalabalığa, Komünist Partisi’nin gereksinim duyulan reformları yapacağına inanmalarını istedi. Fakat Macar halkından, nefret edilen Komünist Partisi’nin kendi aşırılarını düzeltmesine güvenmesini istemek için artık çok geçti. Bundan sonra olanlar, başrol oyuncusunun istemeden ve hatta ne olduğunu da iyice anlamadan bir misyonu üstlenmeye zorlandığı ve kendi seçmediği bu misyonun onun da kaderi olduğu bir film gibi gelişti. Reformist olmakla beraber bütün hayatı sağlam bir komünist olarak geçmiş bir insan olan Nagy, ayaklanma sırasında Gomulka’nın Polonya’da yaptığı gibi Komünist Partisi’ni kurtarmaya kararlı görünüyordu.
24 Ekim’de, halkın gösterileri tam bir ihtilale dönüştü. Aceleyle kavgaya dalan Sovyet tankları yakıldı ve hükümet binaları ele geçirildi. Aynı gün, Nagy başbakan olarak atandı ve Sovyet Politbürosu’nun iki üyesi, Mikoyan ve Suslov, durum değerlendirmesi yapmak için Macaristan’a geldiler. 28 Ekim’de, Sovyet konuklar Kruşçev’in Varşova’da yaptığına benzer bir anlaşmaya vardılar. Titoist bir Macaristan üzerinde uzlaştılar. Sovyet tankları Budapeşte’den çekilmeye başladı. Fakat bu hareket bile, Polonya’da olduğu gibi olayları yatıştırmadı. Göstericiler şimdi, bir çok partili sistem kurulması, Sovyet birliklerinin Macaristan’dan tamamen çekilmesi ve Macaristan’ın Varşova Paktı’ndan çıkmasından daha azını istemiyorlardı.
Budapeşte’deki olaylar reformist politik liderliğin bile kontrolünden çıkmıştı. 30 Ekim’de, ihtilalciler Komünist Partisi’nin Budapeşte’deki binasını ele geçirdiler ve Nagy’nin en yakın iş arkadaşı dâhil, içerideki herkesi öldürdüler. O gün öğleden sonra, Nagy 1945’teki demokratik partiler koalisyonu bazı üzerine oturan yeni hükümetin kurulduğunu açıkladı. Tek partili komünist rejimin son bulduğunu sembolize etmek üzere, burjuva Küçük İş Sahipleri Partisi’nin bir temsilcisi olan Bela Kovacz da kabinedeydi. Buna ek olarak, uzun zamandan beri komünizme muhalefetin sembolü olan Kardinal Mindszenty hapisten çıkarılmıştı ve heyecanlı kalabalıklara hitap etti. Sovyet birliklerinin bütün Macar topraklarından çekilmesini talep eden Nagy, bu konuda Politbüro elçileri Mikoyan ve Suslov ile görüşmelere başladı. Birçok politik parti bürolar açtılar ve gazete veya broşür yayınlamaya başladılar.
Zaten bir koalisyon hükümeti kurmuş olan Nagy, 1 Kasım’da Macaristan’ın tarafsızlığını ilan eden ve Varşova Paktı’ndan çekildiğini bildiren son geri dönülemeyecek adımı attı. Bu da Gomulka’nın Polonya’da giriştiğinin ilerisinde bir şeydi. Nagy, Macar radyosundan ölüm fermanı demek olan aşağıdaki açıklamayı vakur bir tonla yaptı: “Macar halkına ve tarihine karşı derin sorumluluk içinde olan ve Macar milyonlarının bölünmez iradesini temsil eden Macar ulusal hükümeti, Macar Halk Cumhuriyeti’nin tarafsızlığını ilan eder. Macar halkı, bağımsızlık, eşitlik ve Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi ruhuna uygun olarak komşuları Sovyetler Birliği ve bütün dünya halkları ile birlikte gerçek dostluk içinde yaşamayı istiyor. Macar halkı hiçbir güç blokuna katılmadan ulusal ihtilalinin başarılarını geliştirmeyi ve kuvvetlendirmeyi arzu ediyor.”
Nagy, aynı zamanda Birleşmiş Milletler ’den Macaristan’ın tarafsızlığını tanımasını istedi. Fakat başvurusuna hiçbir zaman bir cevap alamadı. Nagy’nin merhamet uyandırması gereken başvurusu, dünya toplumu üzerinde hiçbir etki yaratmadı. Ne Birleşik Devletler, ne de Avrupalı müttefikleri, Nagy’nin başvurusunun ivedilikle ele alınması konusunda Birleşmiş Milletler’i ikna edecek hiçbir adım atmadılar. Sovyetler Birliği ise, ılımlı hareket etmeyi düşünecek durumda değildi. 4 Kasım sabahı, günlerden beri Macaristan’a akan Sovyet kuvvetleri hiçbir uyarı yapmadan vurmaya başladı ve vahşi bir şekilde Macar Devrimi’ni bastırdı. Stalin temizliğinin eski kurbanlarından olup Nagy tarafından Komünist Parti genel sekreterliğine yükseltilen ve birkaç gün önce esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan Yanoş Kadar, Sovyet birlikleri ile beraber yeni komünist hükümeti kurmak için geri döndü. Macar ordusu kumandanı Pal Maleter, Macaristan’daki Sovyet kuvvetleri kumandanı ile Sovyet birliklerinin Macaristan’dan çekilmesini görüşürken tutuklandı. Yugoslav Büyükelçiliğine sığınan ve Yugoslavya’ya gitmesine izin verileceği vaat edilen Nagy, elçilik binasını terk eder etmez tutuklandı. Cardinal Mindszenty, 1971’e kadar kalacağı Amerikan Elçiliği’ne sığındı. Nagy ve Maleter, sonradan idam edildi. Stalin’in ruhu Kremlin’de halâ yaşıyordu.
O zaman belirgin olmayan şey, Sovyetler Birliği’nin doğal zayıflığı idi. Şaşılacak bir şekilde, komünistler devam ettiremeyecekleri bir girişimde bulunmuşlardı. Komünist liderler gönüllerini hoşnut etmek için objektif faktörler hakkında ateşli nutuklar çekebilirlerdi; fakat kalkınmış ülkelerde devrimin sadece komünist dünyasında olduğu gerçeği ortadaydı. Uzun vadede, Sovyetler Birliği etrafında Fin tipi devletler kursaydı, hem daha fazla güvende olacak, hem de ekonomik bakımdan daha da kuvvetli olacaktı; çünkü bu ülkelerin iç istikrarı ve ekonomik gelişmesi sorumluluğunu üstlenmemiş olacaktı. Aksine, Doğu Avrupa’daki emperyalizm, Sovyetler Birliği’nin kuvvetini arttırmadan, Sovyet kaynaklarını tüketti ve demokrasileri ürküttü.
Doğu Avrupa’daki komünist liderler, devamlı olarak Sovyet süngüleri üzerinde oturmak istemiyorsa, er veya geç, ulusal muhaliflerinin programlarını kabul etmek zorunda kalacaklardı. Böylece, ilk kanlı terör döneminden sonra, Kadaradım adım Nagy’nin planladığı amaçlara doğru yöneldi; fakat Varşova Paktı’ndan çıkmak adımını atmadı. Bir kuşak sonra, o zamana kadar belirti göstermeyen Sovyet zayıflığı, Macar ayaklanmasının komünist sistemin nihai iflâsının habercisi olduğu işaretini verecekti. Bütün bu olanlara karşın, on yıl içinde Macaristan içişleri bakımından Polonya’dan daha özgür ve dış politikası Sovyetler Birliği’nden daha bağımsızdı. Otuz beş yıl sonraki Moskova’nın özgürleşme hareketinin son safhasında ise, Sovyetler Birliği artık olaylar üzerindeki kontrolünü tamamen kaybedecekti.
KAYNAKÇA: Henry A. Kissinger, Diplomasi, Bölüm 22: Macaristan: İmparatorlukta Ayaklanma
Comments