top of page

ATAERKİL DÜZENDE KADININ YERİ

Yazarın fotoğrafı: Kevser ÇalışKevser Çalış

Tarihte kadının konumu denilince Türklerin İslamiyet'e girmeden önceki ve İslam'a girdikten sonraki konumu olarak ikiye ayırsak sanıyorum yanlış bir tabir olmaz. Tarihte bütün milletler kadın ve erkeğin konum savaşı, kadının süregelen mücadelesi söz konusudur..

Türk tarihinde kadın ve erkeğin eşitsizliği üzerine bir mücadele söz konusu olmamıştır ta ki Türklerin Osmanlı döneminde İslamiyeti kabul edip kadının sağlam konumunda çatırdamalar oluşturana kadar. eski Türklerde kadınlar her alanda kendilerini geliştirir yeri geldiğinde savaşa dahi katılırlardı ve bu eğitim noktasına ulaşım her zaman mümkündü.  Kadının yeri erkekten ne bir aşağı ne bir yukarı idi hatta kağanlar savaşa gittikleri vakitte yönetim tamamıyle kadına aittir. 


Osmanlıda kadınlar sarayda söz sahibi olsalar da bu bulunmuş oldukları konumun getirmiş olduğu özgürlüktü. Dışarıya ait roller erkeğe, içeriye ait roller de kadına kalmıştı. Osmanlı devletinde kadın demek düzenin belirleyicisi, iffeti korunması gereken bir varlık olarak görünüyor, sosyal ortamlarda, mesire alanlarında hatta sultan 2. Selim’e ait 1573 tarihli fermanda kadınların kaymakçı dükkanlarına girmelerinin yasaklandığını dahi görmekteyiz. Bu konuya ilişkin fermanlar ve kadınların üzerinde söz sahibi olduğunu düşünen ataerkil düzende kadınların toplumda dolaşması toplumsal yozlaşma olarak görülmüş, geleneksel aile yapısına uygun olmadığı gibi kararlar alınmıştır. 


Söz konusu yasakların çiğnenmemesi için sultan 3. Selime ait hükümlerden biri “Mecmû‘u iskelelere tenbîh idesiniz bu günden sonra karılar yağlı kayığa binmesün ve hangi kayıkcı yağlı kayığa karı bindirir ise katl iderim ve kayığın batırırım hem Muslimân karıları Frenk gibi şemsiye ile geziyorlar tenbîh idesüz hele ben kimseyi görür isem öldürürüm bir sıkı tenbîh idesüz hem İstanbul᾽da sokaklarda cengâneler çalub çağırırlar imiş tenbîh idesün çalub gezmesünler bu yazdıklarım birisini bu da bu günden sonra da görür işidir isem sizi tekdîr iderim” diyerek oldukça sert bir dille halkın uyarıldığını görmekteyiz.


Padişahlar daha ne kadar ileri gidebilir diye düşünürken bir başka yasak ise Ramazan Ayının 15. günü hırkayı şerif ziyaretinde kadınların uygunsuz davranış ve  fuhuş yaptığı gerekçesiyle döneminde hırkayı şerif ziyareti yalnızca erkeklere açık olup kadınlara yasaklanmıştır. Açıkcası bu kadar absürt ve kadınlara yönelik  yasakların olması kadınlardan kaynaklı bir problem olmasından ziyade ataerkil düzende bu denli eşitsizliğin keyfe keder kararlar olduğu gözle görülmektedir. Bu eşitsizlik sadece Osmanlıya özgü olmayıp Hint hukukunda da kadın aşağı bir konumdadır, hatta o kadar aşağıdadır ki ilk dönemlerde kadınlar Budizme kabul edilmemiştir. Hitit ve Sümerlerde erkekler kadar hakları olmasa da kadını ve görev olarak biçtikleri konumu tanımışlardır.


Eski Mısırda ise dönemine göre kadın tahta çıkacak kadar iyi bir konumdaydı, boşanma hakkı miras hakkı tanımlanıp din işlerinde de görev almışlardır. buradan da konunun din olmayıp ataerkil kültürde kadının ne denli ezildiğini görmekteyiz. Osmanlıda kadının sosyal ve eğitim hayatına atılması Tanzimat döneminde olmuştur. Batı özentisi yazarlar da bu konu üstünde durmuş, gelişimin kadınları saf dışı bırakarak mümkün olmayacağına dair ifadeler kullanmışlardır. Sonuç olarak Tanzimat dönemi devlet eliyle kadına eğitim hakkı tanınan ilk dönemdir.


Tanzimat döneminin getirmiş olduğu yeniliklerin devamını Atatürk pekiştirerek yenilikler getirmiştir, Örneğin:1926 yılında Medeni Kanunun kabulü ve medeni haklarda hiçbir ayrım gözetilmeden kadın ve erkek, Türk vatandaşı olarak eşit sayıldı. Miras ve mülkiyet hakları bakımından eşitlik getirildi. Kanunun en esaslı bölümü tek kadınla evli olma ilkesinin kabul edilmesidir. Boşanmada kadına da söz hakkı tanındı. bana göre en önemli haklardan birisi de seçme ve seçilme hakkıdır. Türkiyeden sonra bu hakkı kadınlara veren ülkeler:Japonya ve Fransa (1945), İtalya ve Belçika (1948), Yunanistan (1952), İsviçre (1971) gibi ülkelerdir.


Döneminde Atatürkün ”Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün levazımından biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da âlim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün derecât-ı tahsilden geçeceklerdir…” söylemiş olduğu bu sözler oldukça önemlidir. Tanzimat ve Atatürk döneminde kadınlar bir nebze de olsa rahat bir hayat sürmüşlerdir. Ne yazıktır ki günümüzde teoride kadın ve erkek eşitliği söz konusu olsa da pratikte hala birçok alanda mümkün değildir. Her geçen yıl artan kadın cinayetlerinden ve bu cinayetlerin cezalarının yetersizliğinden kadın erkek eşitliğinin arasının hayli açıldığını üzülerek görmekteyiz. 

Comments


bottom of page