Gazi Paşa'nın dönemin şartları gereği işbirliğiyle sınırlanan yaklaşımı, Erdoğan liderliğinde Türkiye'nin gücünü toplamasının ardından ekonomik kalkınma, aktif ve çok yönlü bir dış politika, kuvvetli ordu ve Türkiye'nin gönül coğrafyasındaki kültürel nüfuzunu artırması ile Atatürk'ün hedef koyduğu 'muasır medeniyet seviyesine' erişmek konusunda ilerleme kaydetti.
Cumhuriyet, Osmanlı modernleşmesinin nihai halidir. Belirli kesimler tarafından bu gerçek uzun yıllar gizlenmeye çalışılsa da Türk tarihi cumhuriyet ile başlamamıştır. Atatürk'ün ''Yurtta Sulh, Cihanda Sulh'' vecibesi, bilhassa 1938'den sonra bir kesimce Cumhuriyetin uzun yıllar içe kapanmacı, gönül coğrafyasından uzak bir politika gütmesine neden olmuştur. Oysa ki Atatürk döneminde, dar imkanlara rağmen Balkanlar'da ve Ön Asya'da uluslararası nitelikte projeler gerçekleştirilmiş ve Osmanlı'dan boşalan taht doldurulmaya çalışılmıştır. Turgut Özal ile başlayan bu sığ paragidmanın reddi, Turgut Özal tarafından başarıya ulaştırılamamıştır. Sonrasında Erdoğan'ın ülke yönetiminde başta ekonomik gelişmelerle özgüvenini artırdığı Türkiye, dış politikada da bu sığ paradigmayı sona erdirmiştir.
Kabuğuna Çekilen Türkiye Atatürk'ü belli kısımlarıyla hariç tutarsak genç Türkiye, sınırları dışında hemen hemen hiçbir şeye karışmamaya çalışarak, tabiri caizse ''etliye sütlüye dokunmadan'' ayakları üzerinde durmaya çalışırken imparatorluk izlerini aşındırdığına da yakınen şahit oldu, imparatorluk varisi olduğunu da unuttu. II. Dünya Savaşı'nın da ilk yıllardaki dış politikaya derin etkisine almasıyla birlikte, kutbu belli bir anlayışla gemi yüzdürüldü. Batı bloğunun kazanmasıyla birlikte batının uydusu haline gelindi.
Türkiye'de kimin başkan seçildiğinin Saraybosna, Üsküp, Şam, Sirte, Batum, Astana, Türkistan, Dedeağaç, Tiran'da bir heyecan, merak ve önem hissedilmediği dönemlerden geçildi.
Buna rağmen ilk yıllarından 80'lerin sonundaki Bulgaristan'dan gelen büyük göçe kadar yaşanan 10'a yakın göç, imparatorluk anlayışının aşılamaz olduğunu ispatlar nitelikteydi.
Türkiye, batı endeksli ilişki anlayışına tam entegre ve en büyük stratejisi uyum olan bir ülkeydi, Yunanistan ile olan ikili ilişkileri bunun dışında tutulabilir. İki ülke de birbiri besleyen bir tavra sahipti.
Cepte Tutulması Gereken Notlar
2000'lerin başı 90'ların sonunda Türkiye siyaseti yeni bir şahsiyeti tanımaya başladı. 1994 yılındaki en şok sonuç şüphesiz ki İstanbul'un Refah Partisi tarafından yönetilecek olmasıydı. Beyoğlu Belediye Başkanlığı ve Milletvekilliğini kıl payı farklarla kaçıran Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'nin göz bebeği bir şehri yönetecekti. Refah Partisi'nin İslam anlayışına dair çekincelerin önünde Erdoğan, oldukça dinamik bir lider olarak birçok parti başkanından ve hükümet yetkilisinden daha çok dikkat çekiyordu. 90'lı yıllar aynı zamanda Türkiye'nin yoğun krizlerle boğuştuğu bir dönem olmasından ötürü ekstra olarak öne çıkmıştı.
Erdoğan, Refah Partisi'nin açılımını sembolize eden isimlerden birisiydi. Refahlıların diğer ''mahelleler'' ile ilişkisini düzeltecek, geliştirecek ve siyasette yeni şeyler icat edecekti. Başakşehir gibi bir proje geliştirerek belediyeciliğe yeni bir etmen katacaktı. Bu, bir belediye başkanının, lokal bir görevdeyken bile politika geliştirdiğine dair bir bilgi olarak cebimizde tutmanız gereken bir not olsun. Keza Necmettin Erbakan'ın kısıtlı imkanlar altında, koalisyonların içinde, taş üstüne taş koymanın bir hayli imkansız olduğu siyasi dönemlerde diğer hiçbir rakibinin göstermediği bir irade ve vizyonla D-8 gibi bir organizasyona imza atması, Refah Partisi içerisindeki yönetim reflekslerini görmek açısından kıymetli. Cumhuriyet elitleri, neredeyse 2007'ye kadar muktedir olmalarına karşın hiçbir zaman yenilik ve gelişim taraftarı olmamaışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarına dair saplantıları yeni bir dünya vizyonu geliştirmelerine ve dünyanın değişimini kavramalarına engel olmuştur.
Atatürk'ün Mirası, Erdoğan'ın İradesi
Dünyanın en itibarlı dış politika kaynaklarından Forreign Affairs'ın ''Erdoğan: The Survivar'' isimli makalesinde öne çıkan bir kısmı sizinle paylaşacağım, ''Aynı zamanda Erdoğan, genel olarak bir medeniyet olarak tanımlanan Türkiye'yi önde gelen bir "anti-statüko" ve anti-emperyalist güç olarak sunuyor. Batı egemenliğinin tek başına çağdaş emperyalist tehdidi temsil ettiği bir vizyon sunuyor. Erdoğan, Atatürk'ün vizyonunu da bu davaya aldı. Türkiye uzmanı Nicholas Danforth, Erdoğan'ın Atatürk'ü "Müslümanlar ve tüm Üçüncü Dünya için anti-emperyalist bir kahraman" ve Atatürk başkanlığını kazanmayı planladığı anti-emperyalist bir saldırıda "ilk büyük darbe" olarak nasıl yeniden adlandırdığını katalogladı.''
İfadelerden anlaşılacak birden fazla konu var aslında. İlki Erdoğan'ın, günümüz batı hegemonyasına alternatif bir dünya perspektifi sunduğunun tasdiki ve ikincisi de tıpkı Atatürk gibi kendisinin de ülke sınırlarını aşan bir figüre dönüşüp bazı milletler için idol ve hatta kahraman sıfatında nitelendirilmesi oluyor. Kısır ve yararsız Türkiye siyasi gündeminin Atatürk düşmanı Erdoğan polemiğinin çok dışında ve hatta tam karşısında bir okumada bulunulmuş. Türkiye'nin Balkanlar'la ekonomik ve siyasi ilişkileri, tarihsel bağların yanı sıra Erdoğan döneminde izlenen aktif dış politika sayesinde ciddi bir ivme kazanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminden gelen tarihi ve kültürel bağlar, Atatürk'ün Balkan Paktı girişimiyle modern Türkiye'ye taşınmış, ancak bu bağlar ekonomik ve ticari anlamda ancak 2000'li yıllardan sonra belirgin bir şekilde yeniden canlanmıştır. Recep Tayyip Erdoğan döneminde geliştirilen dış politika anlayışı, bu tarihi bağları ekonomik iş birliği ve ticaret aracılığıyla güçlendirme üzerine inşa edilmiştir.
Balkanlar'daki Türk Yatırımları ve Ekonomik Genişleme
2000'lerin başlarında Türkiye'nin Balkanlar'daki ticaret hacmi, genel olarak sınırlı bir düzeydeydi. Örneğin, Türkiye-Sırbistan ticaret hacmi bu dönemde birkaç yüz milyon dolar civarındayken, günümüzde bu rakam 2 milyar dolar seviyesini aşmış durumdadır ve uzun vadede 5 milyar dolarlık bir hedef belirlenmiştir. Benzer şekilde, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ticaret hacmi, 2000'li yılların başında oldukça düşük seviyelerde seyrederken, 2022 itibarıyla 6 milyar doları aşmıştır. Türkiye'nin Balkanlar'a ihracatında öne çıkan sektörler arasında inşaat, enerji, otomotiv ve tekstil yer alırken, bu bölgelerden alınan ithalat ise daha çok tarım ürünleri, enerji hammaddeleri ve çeşitli endüstriyel girdilerden oluşmaktadır. Erdoğan döneminde Türkiye, Balkan ülkelerine yönelik yatırımlarını artırarak bölgede etkinliğini güçlendirmiştir. Türk şirketleri, Sırbistan, Bosna-Hersek, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk gibi ülkelerde birçok alanda büyük projelere imza atmıştır. Özellikle altyapı projelerinde Türk müteahhitlik firmaları ön plana çıkmış, yollar, köprüler, enerji santralleri ve hastaneler inşa ederek bu ülkelerin kalkınmasına doğrudan katkı sağlamışlardır. Örneğin, Türk müteahhitlik firmalarının Balkanlar'daki projelerinin toplam değeri 2022 itibarıyla 20 milyar doları aşmıştır. Aynı şekilde, Türkiye'nin önde gelen kamu bankalarından biri olan Ziraat Bankası, Balkan ülkelerinde faaliyet göstererek finans sektöründe güçlü bir yer edinmiştir
Bu ekonomik büyüme, sadece ticaretle sınırlı kalmamış, aynı zamanda sosyal sorumluluk projeleriyle desteklenmiştir. Türkiye, bölgedeki tarihi eserlerin restorasyonu, eğitim bursları ve kültürel etkinlikler gibi çeşitli alanlarda önemli projeler gerçekleştirmiştir. Örneğin, TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı), Balkanlar'da yüzlerce projeye imza atarak Türkiye'nin "yumuşak güç" unsurlarını kullanmasını sağlamıştır. Bu projeler arasında Bosna-Hersek'teki Mostar Köprüsü'nün restorasyonu ve Kosova'daki Osmanlı mirasına ait camilerin yenilenmesi dikkat çekmektedir.
Türkiye'nin Türkistan'a Geri Dönüşü
Türk dünyasına yönelik tarihi ve kültürel mirasın önemi Atatürk’ün siyasi anlayışında belirgin bir yer tutmuştur. Erdoğan döneminde bu miras modern bir çerçevede yeniden yorumlanarak, çok boyutlu dış politika hedefleriyle desteklenmiştir.
Türk dünyasıyla ilişkiler ise Türk Keneşi (Türk Devletleri Teşkilatı) aracılığıyla kurumsal bir boyuta taşınmıştır. Erdoğan’ın liderliğinde 2009'da kurulan bu teşkilat, Türk dünyasının entegrasyonu için önemli bir platform haline gelmiştir. Orta Asya’dan Kafkaslar’a kadar geniş bir coğrafyada yer alan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan gibi ülkelerle ticaret hacmi son on yılda yüzde 40 oranında artmıştır. Türkiye, bu ülkelerle enerji, ulaşım ve lojistik koridorları oluşturmak için stratejik projeler geliştirmiştir. Türk Keneşi’nin öncülüğünde hayata geçirilen Orta Koridor projesi, Çin’den Avrupa’ya uzanan modern İpek Yolu’nun önemli bir parçası olarak Türkiye’nin transit ticaret ağını güçlendirmiştir.
Kültürel ve tarihsel bağların canlandırılması da bu politikanın önemli bir parçası olmuştur. Türkiye’nin TİKA aracılığıyla yürüttüğü restorasyon projeleri, Balkanlar’daki Osmanlı eserlerinin yeniden ihya edilmesini sağlamıştır. Drina Köprüsü’nden Gazi Hüsrev Bey Camii’ne kadar birçok tarihi yapı, Türkiye’nin kültürel diplomasi araçlarıyla bölgeye kazandırılmıştır. Aynı şekilde, Türk dünyasında Nevruz kutlamaları ve ortak kültürel miras unsurları üzerinden bir kimlik inşası çalışması yürütülmüştür. Bu kültürel bağlar, Türkiye’nin bölgedeki yumuşak gücünü artırmakla kalmamış, aynı zamanda ekonomik ve siyasi ilişkiler için zemin hazırlamıştır.
Türkiye’nin bu stratejik hamleleri, Balkanlar ve Türk dünyasında yalnızca ekonomik veya kültürel etkiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda siyasi alanda da belirgin bir liderlik sağlamıştır. Balkanlar’da barış ve istikrarın korunması için Bosna-Hersek’teki krizlere müdahil olan Türkiye, Sırbistan-Kosova arasında yürütülen görüşmelere de destek vermiştir. Türk dünyasında ise Türkiye, Azerbaycan ile Karabağ zaferinde sergilediği dayanışma ile bölgesel liderliğini pekiştirmiştir. Erdoğan’ın Türk Dünyası 2040 Vizyonu çerçevesinde geliştirdiği politikalar, bu geniş coğrafyada uzun vadeli iş birliğinin temelini oluşturmuştur.
Sonuç
Bu çok boyutlu yaklaşım, Atatürk’ün temellerini attığı vizyonun modern dönemde devamı niteliğindedir. Atatürk’ün barış ve iş birliğine dayalı yaklaşımı, Erdoğan’ın liderliğinde ekonomik kalkınma, kültürel bağların güçlendirilmesi ve siyasi istikrar odaklı bir stratejiyle yeniden şekillenmiştir. Türkiye, Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada tarihsel mirasıyla uyumlu bir şekilde bölgesel bir lider haline gelmiştir. Bu süreç, yalnızca Türkiye’nin uluslararası konumunu güçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda bölge halklarıyla ortak bir gelecek inşa etme hedefini de perçinlemiştir.
Comentarios