Gelin siz bu reklam cümlesi böyle değildi sanki demeden bu cümlenin evveliyatına gidelim. 19. yüzyılda geleneksel dünyadan çıkıp modern dünyanın kapısından geçiyoruz. Sanayi devrimi yapılmış, artık köyden kente göçle beraber kentleşmenin hızla artmasını görüyoruz.

Nüfus yoğunluklarında değişim, teknolojinin gelişimi, üretim araçlarının çoğalması, fabrikalaşma, seri üretim beraberinde modernite gibi vs. büyük dönüşümler yaşanıyor ve yeni bir dünya düzeni oluşuyor. Bu oluşumlar birçok yeni kavramı da beraberinde getiriyor; bunlardan biri de bizi bu cümleye götürecek "kitle kültürü" kavramı…
Kitle Kültürü
Kitleye gelmiş biri, kendi bireysel farklılıklarına bakmaksızın kitlenin ortak aklına dahil olur; hatta bireysel olarak yapmayacağı davranışları kitle içerisinde yapar ve bazı davranışları da kitleyle beraber ortaya çıkar.Kitle içerisindeki birey kendini aşamaz, tek tipleşir ve kapitalizmin istediği gibi artık özne değil nesnedir.
Nazım Hikmet bunu şöyle açıklar: "Bence sen de şimdi herkes gibisin."
Kitle kültürü kavramı da tam olarak burada devreye girer. Kapitalist yapı, kar güdüsü amacıyla önceden oluşturulmuş olduğu bu kültürü kitle iletişim araçlarıyla kitlelere empoze eder.
Türk Medyası ve Toplumsal Cinsiyet
Yerli dizi ve filmlere baktığımızda iki tip kadın var: iyi ve kötü kadın. İyi kadın, feminen özellikler sergileyen, sonsuz bir aşkla eşine bağlı, fedakar bir anne rolünde, evinin hanımı melodramı sonuna kadar bize yaşayan kutsal bir anne; "elinin hamuruyla erkek işine karışmayan" yeri kocasının yanı olan, korunmaya muhtaç o iyi kadın, üstelik zayıf, uzun ve güzel. İkinci olan kötü kadın ise agresif, kariyer sahibi, bekar ve kıskanç; genelde ikinci kadındırlar ve yuva yıkarlar. Dikkat! :)
Erkekler, eve ekmek getiren, sorumluluk sahibi, başına ne gelirse dimdik ayakta duran kahraman o karakterlerdir. Bu şekilde yansıtılan toplumsal cinsiyet kalıpları sadece kadına değil, erkeğe de atfettiği görev ve sorumluluklarla erkeğin yükünü arttırmakta; sonuç olarak her iki tarafı şekillendirmektedir. Reklamlarda kadınların ev aletlerinde, temizlik ürünleriyle bütünleştirilmesi, daha çok bedenleriyle öne çıkması ve erkeklerin daha çok işin uzmanlık ve statüleriyle gösterilmesi, banka, araba vs. dış sesin genelde erkek sesinden oluşması.
Bir reklamda şöyle bir replik geçiyor: "Eşim çamaşır makinesine basmasını bile bilmez, ben olmadan asla yapamaz." Erkeği ev işlerinde kadına bağımlı, hatta kadına atfedilen o görevleri yapamayan erkekler bunu bir meziyet gibi taşımalıdır. Ah, o yumurta bile kırmayı bilmeyen erkekler ne kadar eriller, değil mi? :)
Gazete ve haberlere baktığımızda, özellikle kadın yazar, kadın gazeteci, kadın milletvekili gibi kadının olduğunu özellikle vurgulaması; mesela "polis 3'ü kadın, 10 kişiyi gözaltına aldı" gibi kadının vurgulandığı noktalarda aslında örtük ayrımcılığı görmekteyiz.
Örnek vermek gerekirse, pandemi döneminde COVID aşısının bulunma haberlerinde "Türk bilim adamı Uğur Şahin ve eşi geliştirdikleri aşı ile umut oldu." Türk bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Şahin değil başlık.
Medyada kadınların temsil edilme şekli, medyanın yalnızca kadınlara değil, dünyaya nasıl baktığına işaret eder; bu bakışı meşrulaştırır ve toplumun kadınları o şekilde algılaması doğrultusunda biçimlendirme işlevi yürütür (Tanrıöver, 2007: 154).
Peki, biz algılarımızı yönetebilir miyiz?
Stuart Hall: Anlam, gönderenin kodladığı şekilde anlaşılabileceği düşünülse bile aslında kodlandığından çok daha farklı anlamlar çıkarılabileceğini savunur; iletişimin doğrusal değil dairesel olduğunu savunur. Bu da bize algılarımızı yönetebileceğimizi gösterir. Bize sunulan içerikleri kendimiz anlamlandırabiliriz; egemen bir okuma gerçekleştirebiliriz.
Önce üzerimizdeki pembe ve mavi kıyafetleri çıkartmakla başlayalım.
"Kadınlık korunması gereken bir iş olmaktan çıkarsa her şey olabilir."
Kendine Ait Bir Oda.
Yorumlar