Ben bir hiç olabilirim, beş para etmez bir adam da olabilirim. Toplumsal bir yaradan kaynaklanan bu acıdan dolayı çok üzgünüm. Burada bulunan şehit ailelerine taziyelerimi iletiyorum. Buradaki sorumluluk payımdan dolayı özür diliyorum. Barış için yaşamam gerektiğini ifade ettim ve ediyorum.

Lazaros Mavlos isimli Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı Nairobi Havalimanı'na ulaştığında oldukça gergindi. Kenya'dan ayrılmak istememiş, ancak kendisine başka bir alternatif sunulmamıştı. En sonunda Hollanda'ya gideceğine inanarak adeta zorla ikna edildi.
Diğer uçaklardan ayrı olarak özel bir pistte bulunan uçağa doğru ilerledi, merdivenlerden çıktığı anda derdest edilerek koltuğa oturtuldu.
PKK Terör Örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın çeyrek asrı deviren devletin bir enstrümanı olma öyküsü böylece başladı.
Türkiye Cumhuriyeti tarafından ele geçirildiğini anlayan Öcalan, daha uçak Kenya'dan kalkmadan birlikte çalışma isteğini belirtti.
"Beni öldürmeyin, devlet için yaşamam gerekiyor"
Abdullah Öcalan, uçak Türkiye'ye yaklaştığında bu niyetini daha açık bir şekilde ifade etti.
Kendisine "Memlekete Hoş Geldin" diyen Devlet görevlisine şunları söyledi.
"Ben ülkemi severim. Annem de Türk'tü. Bir hizmet imkânım olursa yaparım. Onun dışında bana bir şey söylemeyin. Hizmet gerekirse yaparım. Türkiye'ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz, hizmet ederim."
Abdullah Öcalan tüm bu sözleri ölümden çok korktuğu için mi yoksa devletle beraber çalışma olanağına sahip olmak için mi istediği tartışabilir...
Kesin olan şu ki, Öcalan'ın bu isteğini defalarca tekrarlaması.
Nitekim, İmralı Adası'na götürülürken gözleri tekrar bağlanan Öcalan'ın panikle "faili meşhul mü yapacaksınız? Yapmayın, bunun devlete bir faydası olmaz" dediğini öğreniyoruz.
İmralı Adası'nda kendisini sorgulayacak olan Albay Hasan Atilla Uğur'a teslim edilen Öcalan, daha sonra görüntüleri yayınlanan sorgusunda da defalarca devletle beraber çalışma arzusunu ifade ediyor:
"Ben Kürtleri, Türkiye'ye bütünüyle bağlayabilecek olan tek kişiyim, bana izin verin bu meseleyi kökünden çözeyim, yaşarsam devletime faydalı olurum"
Öcalan'ın 31 Mayıs 1999'da başlayan yargılanmasında da şehit ailelerine yönelik şu konuşması tarihe geçti:
"Ben bir hiç olabilirim, beş para etmez bir adam da olabilirim. Toplumsal bir yaradan kaynaklanan bu acıdan dolayı çok üzgünüm. Burada bulunan şehit ailelerine taziyelerimi iletiyorum. Buradaki sorumluluk payımdan dolayı özür diliyorum. Barış için yaşamam gerektiğini ifade ettim ve ediyorum."
29 Haziran 1999'da yargılaması sona eren ve idama mahkum edilen Öcalan'ın cezası müebbet hapse çevrildi ve cezaevi yılları başladı.
Abdullah Öcalan'ın artık Türkiye'nin elindeki bir hükümlü olması kendisini gündemden düşürmedi. Çeşitli dönemlerde Kürt meselesinin çözümü için kendisinden medet umuldu.
Türkiye Kamuoyu, 2009 yılının ortalarında bir kelimeyle tanıştı.
Hayatımıza giren o kelime "Açılım" oldu.
Bu kelime, 2009'u takip eden yıllar içinde, daha önce hiç kullanmadığı kadar çok kullanılacaktı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan, 2009 yılı başlarından itibaren Kürt meselesine dair güçlü mesajlar vermeye başladılar.
Bu mesajların en kuvvetlisini 9 Mayıs'ta Abdullah Gül verdi:
"Kürt sorunu Türkiye'nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir"
Başbakan Tayyip Erdoğan ise TBMM'de yaptığı etkili konuşmalarla sürecin ağlarını örmeye başlıyordu. Sürecin genel sloganı da o günlerde belli oldu:
"Analar Ağlamasın"
Şimdi bu slogan üstünden bir süreç inşa edilecekti.
2012 ve 2013 yıllarındaysa Öcalan resmen bir siyasi aktöre dönüştü.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, demokratik açılım kapsamında Öcalan'ın telkinleriyle süreci yönetti. Öcalan'ın silah bırakma ve PKK unsurlarını yurt dışına çıkarma çağrısı Nevruz'da okundu.
İktidarın "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" olarak isimlendirdiği Sürecin yol haritası netti:
"Öcalan ve PKK ile anlaşmak ve yıllardır devam eden şiddeti sonlandırmak."
Bu kuşkusuz yazıldığı kadar kolay olmayacak ve ülkeyi altı yıl sürecek kaotik bir döneme sokacaktı.
"İmralı tutanakları" olarak kayıtlara geçecek görüşmelerde Öcalan'ın devreye sokulması Türkiye'nin geleceğine yönelik sözleri büyük ses getirdi.
Öcalan'ın özellikle "gerekli koşullar oluştuğunda Tayyip Bey'in başkanlığını destekleriz" ifadeleri asla unutulmayacaktı.
Öcalan'ın İmralı'da BDP heyetine söylediği söylediği "Ne ev hapsi ne de af. Hepimiz özgür olacağız. Yoksa 50 bin kişiyle halk savaşı başlar" ifadeleri Milliyet gazetesi tarafından yazıldı.
Yine kıyamet koptu.
Açılımda asıl kırılma ise 2014 yılında yaşandı.
Selahattin Demirtaş, o günlerde henüz yıldızı parlamış bir Kürt siyasetçisiydi. BDP Genel Başkanlığına, Öcalan’ın onayıyla 2010 yılında getirilmişti. Sadece 36 yaşında getirildiği bu görevde Açılım Sürecine tanıklık ediyordu.
Kürtler partilerinin kapatılmasına alışkındı ama ilk kez partileri kapanmadan farklı bir siyasi partiye toplu geçiş yaptılar. Öcalan’ın “Benim Projem” dediği Halkların Demokratik Partisi (HDP) 15 Ekim 2012’de Açılım günlerinde kuruldu.
Aslına bakılırsa HDP bir Açılım Müessesi olarak kurulmuştu. Maksadı ise Açılım’ın başarılı olmasıyla oluşacak yeni toplumsal düzende Kürtlerin daha kapsayıcı bir hareketin içinde örgütlenmeleriydi.
İşleri karıştıran ise günden güne kamuoyunda tanınırlığını arttıran ve sempati toplamaya başlayan işte bu kişi oldu. Bu genç adam; Kandil-İmralı ikilemine sıkışmış pasif bir memur hüviyetinden uzak bir görüntü ortaya koyuyor; ekranlarda her gün daha çok gözüküyordu.
Mart 2015 geldiğinde Demirtaş, İmralı’nın da Kandil’in de ajandasında olmayan son derece radikal bir çıkış yaptı. Bu çıkış 7 Haziran 2015 Seçimleri’nin kaderini etkileyecek konuşma aynı zamanda Demirtaş’ın şahsi manifestosu olarak tarihteki yerini alacaktı.
"SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ"
7 Haziran 2015 gecesi; Cumhuriyet tarihinin en etkili siyaset fenomenlerinden Tayyip Erdoğan 2002 sonrası ilk kez Partisi’ni tek başına iktidara getiremedi. HDP, barajı aşmakla kalmamış; %13 oy alarak TBMM’de 80 kişilik grup kurmayı başarmıştı.
Gelgelelim; Erdoğan, 7 Haziran sürecini asla unutmayacaktı. Bizzat Öcalan’dan destek sözü aldığı başkanlık süreci; genç bir Kürt siyasetçinin kampanyası sonunda ciddi şekilde baltalandı.
“400’ü verin bu iş huzur içinde çözülsün” diyen Erdoğan, 258 sandalye ile yetindi…
7 Haziran süreci açılımın sonu oldu. Erdoğan'ın başkanlık hayallerinin suya düşmesi, Ak Parti'nin tek başına iktidara gelememesi ve hükümetin kurulamaması kaotik bir süreci de beraberinde getirdi.
1 Kasım tekrar seçimi sonrası yeniden iktidara gelen Ak Parti, gelişen süreçte Bahçeli'nin MHP'sine yakınlaştı.Koltuğunu kaybetmek üzere olan Bahçeli de iktidara elini uzattı. Başkanlık yolunu açtı. Selahattin Demirtaş ise 2016 Kasım ayında tutuklandı.
Bu günden sonra Öcalan'ın yine sessiz günleri başladı. Artık herkes İmralı Adası'nda unutulacağını düşünüyordu.
Ta ki bugüne kadar.
Kendisine kapı aralayansa bu sefer MHP oldu.
Açılım sözcüğü buzluktan inridilip ortaya çıkartıldı. Abdullah Öcalan ise yeniden aktör haline geldi.
Tam da bu noktada gözden kaçırılan ayrıntılar var.
• PKK Terör Örgütü 40 yılı aşkın bir süredir faaliyet gösteren, bu süreçte Türkiye, Suriye, İran, Irak gibi ülkelerde çeşitli yapılanmalar içine girmiş, bir vesile on binlerce Kürt çocuğunu kendi bünyesinde savaştırmış, uluslararası ağları ve paydaşları olan, milyarlarca dolarlık bütçeleri yöneten, sosyolojisi mevcut bir yapı.
• Abdullah Öcalan, çeyrek asırdır bir Ada’da devlet kontrolünde bulunan ve çeşitli dönemlerde devletin bir enstrüman olarak kullanmaya yeltendiği bir insan.
• Abdullah Öcalan, İmralı’ya konulduğunda, bugün PKK bünyesinde yer alan militanların büyük kısmı daha doğmamıştı.
HER TÜRLÜ SİYASİ VE İDEOLOJİK YORUMDAN AZADE ŞUNU HERKESİN İYİ BELLEMESİ GEREKİR:
Öcalan’ın çağrısı ve telkinleriyle Türkiye’de ve Kuzey Suriye’de (Rojawa) PKK unsurlarının “kazanım elde etmeden” silah bırakacağını ve kendilerini tasfiye edeceğini düşünmek en kibar ifadeyle politik romantizmdir.
Oysa günümüzde PKK romantizmle değil pragmatizmle idare edilen bir örgüt.
Öcalan için devlet enstrümanı tanımınız yeterli seviyeyi işaret etmiyor çünkü bu kişinin İstanbul-Bakırköyde tapu memurluğu yaptığı halkalı güvercintepede ilk dağıtılan tapularda memur olarak ismi ve imzasının bulunduğunu ancak masasında fazla oturmadığını seyahatler ve eğitimleri ile sürecin başladığının bilinmesi gerekiyor. Ailesi nerede yaşıyor, kayınpederi kimdir . . . vb.
şimdilik bu kadar