Son dönemde TRT Tabii'de çıkan bu diziler, ünlü menajer Ayşe Barım'ın tutuklanması, Gezi Olayları'na destek veren oyunculara yönelik açılan soruşturmalar bir bütün olarak değerlendirilmeli. Bu değerlendirmeler bizi birikmiş bir öfkeye yönlendiriyor. Bu öfkenin sahibi iktidar sahipleri. Öfkenin hedefi ise kültürel alanda hakimiyeti iktidara bırakmayan oyuncular, senaristler, yönetmenler, yazarlar.

Birbirlerini dinlemekten aciz bir güruh "sanatçı" alkol ve uyuşturucu eşliğinde adeta kavga eder gibi sohbet etmektedir...
Ortamda öyle bir gürültü vardır ki kimsenin ne söylediği anlaşılmamaktadır.
Karman çorman, dağınık, baş ağrıtıcı bu ortam, entelektüellik bir kenara dursun ilkokul ikinci sınıf müsaremelerindeki çocuk yaygarasını andırmaktadır.
Tam da o esnada masanın altına giren bir fare görülür. Herkes bir anda yerinden fırlar.
Fare bir köşeye pısıp saklanır. Kamera fareye yakınlaşır. Farenin korktuğu ve titrediği gözükür.
Cihangir kafelerinden birinde orta yaşlı iki kadın arkadaş aralarında sohbet etmektedir.
Masadaki kadınlardan birisi kafaya çocuk meselesini takmıştır. Çocuk sahibi olmayı istemekte lakin evlenmek istememektedir.
Arkadaşına da bunun en mantıklı yol olduğunu anlatmaya çalışır.
"Ben babası filan da olsun istemiyorum hatta çocuk yapacağım adamla bunun sözleşmesini de önceden imzalamak en iyisi. Çocuğu yapalım sonra gitsin" şeklinde kafasındaki planı paylaşır.
Bu sahneler TRT'nin Tabii uygulaması tarafından hazırlanan "Cihangir Cumhuriyeti" isimli diziye ait.
Dizinin sadece ilk bölümünü izledim. Verdiği mesajları ve kaygısını anlamak için zannediyorum daha fazla izlemeye de pek gerek yok.
Dizi isminden de anlayabileceğiniz üzere Cihangir semtinde kendi dünyalarında yaşayan bir grup aydın, yazar, senarist, sanatçı takımının yaşamlarına eleştirel şekilde yaklaşan bir kurguya sahip.
Esas mesele ise aslında kültürel bir iktidar çekişmesinin yansıması.
Adalet ve Kalkınma Partisi 23 yıldır Türkiye'yi yönetiyor.
Bu hareketin lideri olan Recep Tayyip Erdoğan ise bilhassa son 15 yıldır ülkenin en önemli siyasi otoritesi konumunda.
Bu kadar uzun süredir devlet kaynaklarını elinde tutan bir iktidarın kültürel olarak da muktedir olması beklenir.
Nitekim bu doğrultuda atılan adımlar ve ayrılan bütçeler oldukça kuvvetli.
Büyük kısmı devlet televizyonu menşeili olan ve iktidarın ideolojik yaklaşımları üzerinden kurgulanan onlarca film ve dizi çekildi.
Başta Diriliş Ertuğrul olmak üzere bu dizilerin bir kısmı Ak Parti'nin toplumsal tabanından ciddi bir ilgi de gördü.
Tüm bu faktörlere rağmen siyasi iktidarın Kültürel alanda hakimiyetini kurabildiğini ifade etmemiz oldukça güç.
Dizi, film, tiyatro, konser, oyun... Kısacası tüm kültürel ve sanatsal sektörlerde Ak Parti'nin temsil ettiği ideolojik çizginin pek karşılık bulabildiğini bugün dahi ifade etmemiz kolay değil.
Son yıllarda artık televizyonun önünden giden dijital platformlarda da iktidarın ideolojik çizgisini temsil etmeyen çok sayıda yapımın büyük ilgi gördüğü su götürmez bir gerçek.
Buna karşılık iktidarın hamlesi TRT'nin Tabii uygulamasıyla kendi çizgisini temsil eden yapımları öne çıkartmak oldu.
"Gassal" dizisi bunun bir örneğiydi.
Bu dizide ölüm olgusu üstünde sıklıkla durularak yaşadığımız dünyanın sahteliği ve geçiciliğine dikkat çekildi.
Asıl gerçeğin yaşam değil ölüm olduğu, ölümün yaşamdan soyutlanamayacağı, bir gün herkesin bu gerçekle yüzleşeceği vurgulandı.
Son günlerde gösterime giren "Cihangir Cumhuriyeti" ise Gassal'da iğneleme yapılan kitleyi taşlıyor.
Sanat camiasının merkezini oluşturan grupları sadece dünyevi zevklerin peşinde koşan, sürekli haz duygularını tatmin etmeye çalışan, alkolün uyuşturucunun esiri olmuş, birbirlerini dinlemeyi, tartışmayı bile bilmeyen iflah olmaz bir guruh olarak resmediyor.
Burada da aslında şu mesaj veriliyor:
"Kültürel domisyonu sağlayamadığımız bu camialarda yozlaşma ve ahlaki çöküntü hat safhada"
Aslına bakarsanız; son dönemde TRT Tabii'de çıkan bu diziler, ünlü menajer Ayşe Barım'ın tutuklanması, Gezi Olayları'na destek veren oyunculara yönelik açılan soruşturmalar bir bütün olarak değerlendirilmeli.
Bu değerlendirmeler bizi birikmiş bir öfkeye yönlendiriyor.
Bu öfkenin sahibi iktidar sahipleri.
Öfkenin hedefi ise kültürel alanda hakimiyeti iktidara bırakmayan oyuncular, senaristler, yönetmenler, yazarlar.
Her ne kadar iktidara öneride bulunmak gibi bir haddim veya bu önerilerin dikkate alınacağına dair bir ümidim olmasa da şunları ifade etmek isterim:
Evet, kültürel iktidarınızı sağlayamadınız.
Peki, sizce neden?
Devletin tüm kaynakları elinizde.
Kurumlar, bütçeler elinizde.
20 yıldır örneğin, kendi ideolojik bakışınızla hazırlanmış hangi kaliteli yapımı çıkardınız?
Somut örneklerle ilerleyelim:
İstemediğiniz kadar senaryo potansiyeli var.
Cumhuriyet tarihinin en etkili siyasi aktörlerinden Recep Tayyip Erdoğan hakkında şöyle esaslı bir film yapabildiniz mi?
Reis isimli bir film yapıldı ama ülkedeki en koyu Reisçi bile filmi 10 dakikadan daha uzun süre izleyemedi.
AK Parti'nin iktidara geliş süreci, Cumhuriyet Mitingleri dönemi, 15 Temmuz Darbe Girişimi'ne dair taraflı tarafsız herkesin "adamlar iyi iş çıkartmış, güzel film/dizi yapmışlar" diyebilecekleri bir yapımınız oldu mu?
Kadrolarınızı liyakat temelli oluşturmazsanız, kültürel alana yatırım yapmazsanız; senarist, oyuncu, yönetmen yetiştirmezseniz bu alanlarda nasıl iktidar olabilirsiniz?
Var olanı hoyrat bir şekilde eleştirip yermek dışında başka formüller üretmeye çalışabilirsiniz.
İktidarın kültürel alandaki etkisizliği bir öfke ve intikam iklimine dönüşmeye başlıyor.
Birlikte olmak istediği kadını elde edemeyince "ya benimsin ya kara toprağın" sözüyle öldüresiye saldıran bir arabesk bir erkeğin davranış izlerini görüyoruz.
Cihangir Tayfası'nın seküler, maneviyattan uzak, yapay ve anti milli olduğu savını destekliyorsunuz.
Haklılık payınız olabilir; peki o camianın içinden çıkmış üreticileri geri plana çalışmaları neden çıkaramıyorsunuz?
Belki de ihtiyacınız olan ilk önce kendi iktidarınızdaki yozlaşmaları masaya yatırmaktır.
23 senedir iktidar olup tüm kaynaklara hükmedip günün sonunda kendi sosyeteniz sadece inşaatçı, müteahhit camiasıya sınırlı kalıyorsa bunun bir sebebi olmalı.
Cumhurbaşkanı'nın uçağıyla seyahet eden gazetecilerin, iktidar medyasında görev alan muhabirlerin "çok büyük oranda" iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz, korkuyla çalışan mekanik robotlardan ibaret olduğunu görüyoruz.
İletişim Başkanlığı'nın dağıttığı bültenleri alıp yayınlayan ve Cumhurbaşkanı'na kendi inisiyatifleriyle soru bile soramayan bir topluluğa dönüştü hepsi.
Devlet kurumlarında üst düzey danışmanlık, genel müdürlük görevlerinde olan iktidara yakın isimlere baktığımız zaman başka bir acı gerçekle yüzleşiyoruz.
Hakim, savcı diye atanan isimler ayrı bir fecaat.
Sanat ise öznellik, üretim ve yaratıcılık gerektirir.
İtaat ve tahakküm ile yönetirseniz asla bu alanda bir dominasyona sahip olamazsınız.
Yapıp yapabileceğiniz İbrahim Tatlıses'i kongre kongre dolaştırmak olur.
Comentarios