Coğrafyanın kader olduğunu benimsemiş insanlar aramızda çoğunlukta, bu yazı onları terse düşürebilir. Enteresan bir coğrafyada, kadere karşı mücadele verenlerin ülkesinde, Botsvana'da.
Afrika, bu kelimeye maruz kalındığı zaman, sefalet, açlık, darbeler, savaşlar ve negatif çağırışım yapan diğer kavramlar akla geliyor. Kıtada yer alan ülkelerin tamamı da bu cenderede sıkışmış gibi gözüküyor. Biricik birkaç ülke hariç önyargı şu an için oldukça doğru. Çünkü yoğun sömürge faaliyetlerinden yeni yeni başını kaldırabilen bu dev topraklar için dünyada modern çağ devrimleri yaşanmış değil. Bu cendereyi yırtan ülkelerden birisi Botsvana. Coğrafi keşiflerden sonra dünyanın dört bir yanına akın eden Avrupalı devletler tarafından, dengesiz ve astronomik oranda kaynak transferleri yapıldı. Tarımdan madenciliğe, madencilikten insan kaynağına kadar her alanda Avrupa’ya akın akın servet transferi gerçekleşti. Avrupalı devletler için cazip olmayan çok az bölge vardı. Az insan kaynağı, yoğun doğası ve büyük çölleri sebebiyle Botsvana işgal edilmekten kaçınılan bir alandı.
‘’Kral, halkın lütfuyla kraldır.’’ yerel bir Botsvana atasözü, kabile şeflerinin diğer Afrikalı soydaşlarından farklı olarak, sürekli rıza yaratma kaygısı güttüğünü açıkça ortaya koyuyor. Boer (Afrika’ya göç eden Hollandalılar) işgalinden korkan Botsvanalı şefler, İngiliz misyonerlerin de etkisiyle İngiltere’ye manda çağrısında bulundu. Bir dizi girişimden sonra İngilizler isteksizliğini korusa da bölgeye konumlanmaya başladı. ‘’Boerlere kaptırmama’’ niteliğini karşılamaktan öteye gitmeyecek şekilde, bölgede egemenliklerini kesinleştirici faaliyetlerden kaçındılar. Bu anlaşmaya göre İngilizler yüksek yatırımdan kaçınıyor, Botsvana elitleri de siyasi nüfuzlarından vazgeçmiyordu.
İngiliz çitleri içerisinde, demokratik bir biçimde idare ediliyor ve rekabetçi seçimler geçiriyordu. Afrika ülkelerinde gelenek haline gelen iç savaşlar ve darbeler bu sayede yaşanmamış, ülkede istikrar hakim kılınmıştı. Bu süre zarfında maden aramaları hız kazanmış lakin Botsvanalı şefler maden aramalarına türlü sebeplerle engel olarak özerkliklerini korumayı başarmıştı. Çünkü olası büyük maden keşifleri, bu ülkeye azgın bir sömürü düzeni getirebilirdi. Avrupalılar için idaresi her geçen gün anlamsızlaşan Botsvana, 1966 yılında bağımsızlığını ilan etti.
Seretse Khama ve eşi Ruth Williams bir tepenin üzerinden şehri seyrediyor.
Ülkenin Kurucu Devlet Başkanı Seretse Khama, hayatı itibariyle oldukça ilginç bir profildi. Eski şeflerden III. Khama’nın torunuydu ve İngiliz Hanımefendi Ruth Williams ile evliydi. Bu sahip olduğu olağanüstü farklılıklar onu ülkenin en önemli siyasetçisi yaparak kuruculuğunun önünü açmıştı. Hayatı boyunca da en büyük davası olan ülkesi adına büyük atılımlara imza atacaktı.
Botsvana bağımsızlığın ilan ettiğinde, diğer İngiliz mandalarından farklı olarak hazır bir altyapıya oturmadı. 12 km asfalt dışında, yol dahi yoktu. Bu büyük eksikliği gidermek için elbette finansman ihtiyacı doğdu. Khama önderliğinde elmas ve altın keşfi adına önemli aramalar yapılmadan önce meclisten madenlerin kabileye/eyalete değil, ülkenin tamamına ait olduğunu ortaya koyan bir yasa geçirildi. Bu sayede ‘’Botsvanalılık’’ kültürü inşa edilmiş ve olası büyük eşitsizlikler önlenmişti. Bu sayede Sierre Leone ve diğer pek çok Afrika ülkesinde görülen ‘’kan elması’’ hastalığından kurtulunmuştu. Madenler kısa sürede ülkenin en büyük ihraç kalemine dönüştü. Gelir, bürokrasinin oturtulmasına, merkezi otoritenin kuvvetlendirilmesine, altyapı ve eğitim yatırımlarına harcanarak başarının daim olması adına harcandı. Botsvana birçok yıldızın uygun konuma gelmesi sonucu elde ettiği kader tayininde dünyanın en hızlı ekonomik ve insani atılım gerçekleştiren ülkelerinden biri oldu. Yılda ortalama %7 oranında büyüyerek en fakir ülkelerden biri olarak başladığı yolculuğuna, orta düzeyde bir ülke olarak devam etmekte. İhracatının %90’ını oluşturan elmasın payını, zaman içerisinde farklı sektörler ekleyerek %70’e kadar düşürerek de ekonomisini sağlamlaştırmış durumda.
Büyük kültürel birikimine karşın dünyanın göz ardı ettiği bir ülke olarak, Namibya, Güney Afrika ve Rodezya gibi apertheid (Beyaz ırkçı) ülkelerin arasında siyasi olarak iyi idare edilmiştir. Kurulmasından sonra ilk andan itibaren, Daron Acemoğlu ve James Robinson’un Ulusların Düşüşü kitabında bahsettiği gibi kapsayıcı ve güçlü kurumların inşasını büyük oranda sağlayarak Afrika gibi bir yerde parlamayı başarmıştır. Coğrafyanın kader olmadığını, birçok kıtadaşı ülkenin arasından sıyrılarak göstermiştir.
Comments