Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun 16 Kasım 2024 tarihinde Ülke Politikaları Vakfı’nın (ÜPV) düzenlediği ‘İkinci Yüzyıl Forumları - 4 Demokrasi Yoluna Dönüş’ panelinde yaptığı konuşma, yalnızca bir siyasi analiz değil, aynı zamanda derin bir çağrı niteliği taşıdığı kanaatindeyim.

Konuşmasında, Türkiye’nin demokrasi yolundaki kırılma noktalarını ele alan Davutoğlu, demokrasiye sadece bir yönetim modeli olarak değil, bir yaşam biçimi ve zihniyet meselesi olarak yaklaşılması gerektiğini savundu. Konuşmasının detayları, Türkiye’nin demokratikleşme serüvenine ışık tutacak nitelikte.
Demokrasi Nedir? Sandıkla Sınırlı Bir Kavram mı?
Davutoğlu, demokrasi kavramını alışılmış tanımların ötesine taşıyarak, seçme ve
seçilme hakkının yalnızca bir araç olduğunu, demokrasinin özünü zihniyet ve
kurumsallaşmanın oluşturduğunu belirtti. “Seçim sandığı, demokrasinin yalnızca bir
sonucudur; özü değildir. Demokrasi, önce zihniyetle başlar” diyen Davutoğlu,
demokratik bir zihniyetin iki temel soruya verdiği yanıtlarla şekillendiğini vurguladı:
İnsanlara nasıl bakıyoruz?
Devleti nasıl görüyoruz?
Bu sorulara verilen yanlış cevapların Türkiye’nin demokrasi yolundaki çabalarını
sürekli baltaladığını ifade eden Davutoğlu, bireyin onurunun, aklının ve iradesinin
tanınmadığı bir düzende demokratikleşmenin mümkün olmadığını söyledi. Devleti
kutsayan ve bireyi araçsallaştıran bir anlayışın ise yalnızca otoriter rejimlere hizmet
ettiğini belirtti.
Demokratik Bir Zihniyetin Temelleri
Konuşmada öne çıkan bir diğer önemli nokta, demokrasi için gerekli olan zihniyetin
köklerinin hem manevi hem de rasyonel değerlere dayanması gerektiğiydi. Davutoğlu,
bireyin “Allah’ın ahsen-i takvim (en güzel surette) yarattığı, akıllı bir varlık” olduğu
inancıyla, modern siyasetin ‘rasyonel birey’ anlayışını birleştirdi. Ancak Türkiye’de
hem muhafazakâr hem de seküler kesimlerin bu temel anlayıştan uzaklaştığını belirtti:
• Muhafazakâr kesim: Dogmatizme ve yanlış bir biat kültürüne teslim olarak lider odaklı
bir yapı inşa etti.
• Seküler kesim: Bireyi akıldan ziyade ideolojik bir çerçevede tanımladı ve dinle ilişkiyi
dışlayarak bir toplumsal kopuşa yol açtı.
Lider Kültü ve Demokrasi Arasındaki Çelişki
Davutoğlu, lider kültüne dayalı siyasetin Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük
engellerden biri olduğunu söyledi. “Bir lideri sorgusuz sualsiz yüceltmek, her yaptığınıdoğru kabul etmek, demokratik bir zihniyetin tamamen zıddıdır” diyen Davutoğlu,
muhafazakâr kesimlerde yaygın olan lider kültü anlayışını İslami değerlere de ters
bulduğunu belirtti.
Bu noktada, İslam dünyasının demokrasiyle olan ilişkisini yeniden ele aldı. Hz.
Peygamber ve dört halife dönemindeki seçim süreçlerini örnek göstererek, İslam’ın
tarihsel olarak akla ve istişareye dayandığını hatırlattı. “Bugün bir liderin otoritesini ilahi
bir boyuta taşıyan anlayış, hem İslam’a hem de demokrasiye ihanet ediyor” diyerek
muhafazakâr zihinlerde bir dönüşüm çağrısında bulundu.
Devletin Kutsallaştırılması: Demokrasiye Engel Olan Paradigma
Davutoğlu, devletin kutsallaştırılması meselesine de derinlemesine değindi. Devletin
vatandaşlar için bir araç olduğunu, ancak Türkiye’de tarih boyunca devletin milletin
üzerinde bir güç olarak konumlandırıldığını söyledi: “Devleti kutsallaştırarak ne İslami
ne de demokratik bir düzen kurabilirsiniz. Devlet, milletin hizmetinde bir araçtır; amaç
değildir.”
Bu bağlamda, Türkiye’de derin devlet kavramına da eleştiriler getirdi. Derin devletin,
demokrasiyi yok eden bir yapı olduğunu belirten Davutoğlu, “Demokrasilerde derin
devlet değil, derin millet vardır” diyerek devletin halkın demokratik iradesine tabi
olması gerektiğini vurguladı.
Altılı Masa ve Türkiye’nin Siyasal Çeşitliliği
Altılı Masa deneyimini hem bir siyasetçi hem de bir siyaset bilimci olarak değerlendiren
Davutoğlu, bu yapının seçim başarısından ziyade ideolojik çatışmaları aşma çabasıyla
önemli olduğunu belirtti.
Türkiye’deki ana siyasi akımların (muhafazakârlık, milliyetçilik ve sekülerizm) kendi
içlerinde demokratikleşmeden, ülke genelinde bir demokrasi kültürü inşa
edilemeyeceğini ifade etti.
“Demokrasi, ideolojiler arasındaki bir mücadele değil, her ideolojinin kendi içinde
demokratikleşmesiyle mümkün olabilir” diyerek Türkiye’nin üç ana siyasi damarının
özeleştiri yapması gerektiğini söyledi.
• Muhafazakârlar: Dogmatik biat kültüründen uzaklaşmalı.
• Sekülerler: Din karşıtı söylemleri bırakıp toplumsal değerlerle barışmalı.
• Milliyetçiler: Beka söylemlerini bırakıp aidiyet bilincini geliştirmeli.
Türkiye’nin Geleceği: Demokrasi mi, Otokrasi mi?
Davutoğlu, dünya genelinde otoriter rejimlerin yükselişte olduğunu ve Türkiye’nin bu
akıntıya kapılma riskiyle karşı karşıya bulunduğunu söyledi. Çin, Rusya, Hindistan ve
ABD’deki liderlerin otokratik eğilimlerini örnek göstererek, Türkiye’nin “otokrasi” ile
“gerçek bir parlamenter demokrasi” arasında bir yol ayrımında olduğunu belirtti.
Bu bağlamda, Türkiye’de 2013 Gezi Olayları, 17-25 Aralık süreci, 15 Temmuz darbe
girişimi ve OHAL dönemi gibi kırılmaların, demokrasiyi ciddi şekilde zayıflattığını ifade
etti. “Demokrasi korkular üzerine değil, özgürlükler üzerine inşa edilir” diyerek,
Türkiye’nin bir zihniyet devrimine ihtiyacı olduğunu vurguladı.
Demokrasiye Dönüş İçin Öneriler
Davutoğlu’nun konuşması sadece eleştirilerle sınırlı değildi; aynı zamanda bir çözüm
haritası da sunuyordu.
1. Zihniyet Devrimi: Lider kültünden ve dogmalardan uzak, bireyi merkeze alan bir
anlayış geliştirilmelidir.
2. Kurumsal Reformlar: Devlet, halkın iradesine tabi olacak şekilde yeniden
yapılandırılmalıdır. Yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü ve güçlü bir parlamenter
sistem hayata geçirilmelidir.
3. Toplumsal Uzlaşı: Siyasi ve ideolojik farklılıklar, bir çatışma unsuru değil, zenginlik
olarak görülmelidir.
4. Gençler ve Devlet: Devlet, gençlerin potansiyelini açığa çıkarmak için kendini
gençlere adamalıdır. “Gençlerin devlete adanması değil, devletin gençlere adanması
gerekir” diyen Davutoğlu, bu konuda radikal bir dönüşüm önerdi.
Sonuç: Türkiye’nin Demokratikleşme Umudu
Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun sözleri, yalnızca bir eleştiri değil, bir çağrıydı:
Türkiye’nin demokrasi mücadelesi, zihniyet, kurumsallaşma ve toplumsal uzlaşı
olmadan başarıya ulaşamaz. “Zihnimizi, yüreklerimizi ve vicdanlarımızı birleştirerek
demokrasiyi inşa edebiliriz” diyerek bitirdiği konuşma, Türkiye’nin geleceğine dair umut
veren bir perspektif sundu kaaatimce.
Bugün Türkiye’nin karşısında iki yol var: Ya otokratik rejimlere teslim olacağız ya da
demokrasiye sıkı sıkıya sarılacağız. Gelecek, bu tercihlerimize bağlı.
Comments