FAŞİST AKTİVİZMİN UÇ NOKTASI; NÜRNBERG YASALARI
- Ahmet Arif Erdoğan
- 19 Kas 2023
- 2 dakikada okunur
Bugünlerin siyaset sahnesinde 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi milliyetçilik akımı giderek başrole dönüşmektedir. Gelin hep beraber faşist milliyetçiliğin insanlık tarihine verdiği zararları anlamak için geçmişten günümüze uzanan ufak bir seyahate çıkalım. İlk durağımız Nürnberg Kanunları ve faşist ideolojinin yeni maktulü Gazze..

Birinci dünya savaşı sonrası devletler kendi kabuğuna çekilmiş, yaralarını sarmaya odaklanmıştır. Ancak bu demek değildir ki siyasetçiler ve halk yeni bir ideoloji benimsenmesin. ilk olarak Mussolini ve taraftarları genelinde benimsenen, güçlü iktidar bağlamındaki aşırı milliyetçilik olarak tanımlayabileceğimiz Faşizm yavaş yavaş Avrupa’ya egemen olmuştur. İzninizle ileride dünyanın en kanlı savaşına sebep olacak bu görüşün Almanya’daki hukuki gelişimini mercek altına alalım: Nürnberg Kanunları
Takvimler 1935’i gösterdiğinde Nazi Almanyası tartışmalı bir kanun çıkartmıştı. Temelde iki ayrı yasadan oluşan bu düzenlemenin toplu adı Nürnberg Yasaları’dır. Bu yasanın çatısı altında ‘Reich(imparatorluk) vatandaşlık yasası’ ve ‘’Alman Kanını ve Onurunu Koruma Yasası’’ bulunmaktadır. Bu yasalar, Nazi Almanyasının ideolojik altyapısını gözler önüne sermekle kalmayıp aynı zamanda Alman faşizminin teorik temellerini belirtmiştir.
Yasaların içeriğine gelecek olursak Almanlar üstün ırk görülürken başta Yahudiler olmak üzere zamanla siyahiler ve romanlar da dahil edilerek alt sınıf oluşturulmuştur. Bu sınıflandırma neticesinde Yahudiler aryan ırklarla evlilik vb. haklardan faydalanamayacaklardır. Kanunda belirtilen ölçütlere göre kişinin Yahudilik oranı dahi tespit ediliyor, bu orana göre ilgili hükümler uygulanıyordu. Daha genel bir tabirle Yahudiler; vatandaşlık hakları yanında insan haklarında da kısıtlamalara tabi tutularak göçe ya da asimilasyona zorlanmaktaydı. Bu kanunun başarısız olması ihtimalinde ise Hitler’in deyimiyle ‘Final çözüm’ yoluna başvurulacaktı. ‘Final çözüm’ aslında Nazilerin Yahudileri yok etmelerini ifade eden bir tabirdi.

Tüm bu gelişmelerin ardından ilk olarak ünlüler ve bilim adamları ülkeyi terk etmeye başladı. Ancak mevcut kanunlar halkın göç etmesini neredeyse olanaksızlaştırmaktaydı. Bu durumun doğal sonucu olarak tarihin en kanlı aktivizmlerinden soykırım(holocaust) başladı. Savaş sonrası hayatta kalan soykırım sorumlularının bazıları yargılansa da verilecek herhangi bir karar toplama kamplarında yaşananlar için zamanı geri alamayacaktı.
Günümüzde İsrail ikinci dünya savaşında yaşadıklarını Gazze halkına yaşatmak için elinden geleni yapmaktadır. Ne kadar ironiktir ki holocaust’un faili Almanlar, soykırım suçu işleyen İsrail’e ;Birleşmiş Milletler Konseyi’nin raporlarına rağmen milyon dolarlar boyutunda yardımda bulunmakta, aynı zamanda mevcut iktidar dahilinde siyasiler basın yayın organlarıyla tüm bu suçlara destek çıkmaktadır. Tarihte Yahudilere karşı yaptıklarından suçluluk duyan Alman hükümeti hatalarına farklı bir boyutta devam etmekte, holocaust konulu yüzlerce filmi finanse eden İsrail, bu filmlere konu olan acıları Gazze halkına yaşatmak için gerekli adımları atmakta ne kadar kararlı olduğunu göstermektedir. Hepimize uluslararası hukuk normlarının tüm devletleri bağladığı öğretilse de görünen o ki devletler arası siyasi denklemler ve çıkar çatışmaları teorik öğretileri işlevsiz bırakmaktadır. Umarız ki bir an önce Ortadoğu'da silahların yerine diplomasinin sesini duymaya başlarız. Zira toplum ne kadar siyasetten nefret etse de kader kaleminin sesi hiçbir zaman asker postalları kadar korkutucu olmamıştır. Tüm dünyanın 3 maymunu oynadığı bugünleri zararsız atlatmak yerinde ve zamanında yapılacak siyasi manevralarla mümkündür. İlkemiz her zaman ''yurtta sulh cihanda sulh'' minvalinde devam etmelidir. Nitekim masum insanlar olabilir ancak masum savaş yoktur.
Kommentare