HERKES KENDİNE BİR WERTHER BULSUN !
- Merve Şimşek
- 9 Nis
- 3 dakikada okunur
Sanatı sadece kendi iç dünyamızın dışavurumu için değil robotlaşan bu dünyada estetiğin iç dünyamıza yansımasına da izin vermeliyiz.

Kusurların ! Kusursuz Dışavurumu...
Ünlü ressamların o ahenkli tablolarına baktığımızda iç dünyamızdaki karmakarışık manzaralar adeta canlanmış karşımızdadır ve bize tam içimize bakarak hepimizde farklı bir duyguyu uyandırır.

Biri her birimize farklı şeyler hissettiren bu eseri nasıl yapmış olabilir ?
Sanat tam olarak bize bunu yapan değil midir?
Tolstoy 'un sanatı tanımı da böyledir: "İnsanın bir zaman duymuş olduğu bir duyguyu kendinde canlandırdıktan sonra, bu duyguyu başkalarının da aynıyla duyabilmesi için, devinim, çizgi, renk, ses ya da sözcükler aracı ile onlara aktarması -sanat eylemi budur işte. "
Sanat nedir sorusuna verilen cevaplardan biride sanat dışavurumdur.
Freud bunu şöyle ifade eder :
‘’Biz sanat icra etmek için nesnelere dokunduğumuz ya da onları biçimlendirdiğimizde, dünyaya temas etmenin tecrübesini yaşıyoruz demektir.
Sanat; kişisel bunalımları, karabasanları olumsuz etki yaratmadan boşaltma, bu yolla bir rahatlık ve ferahlık hissetme, hoşnutluk elde etme ve bütün bu işler nedeniyle de güzel diye tanımlama işidir.’’ (Sigmund Freud) (Kar, 2011:1).

O zaman sizce en iyi ressamlar en kötü deliler (!) olabilir mi ?
1.Vincent Van Gogh:

Van Gogh’un kesin şizofreni tanısı olmasa da sanat tarihçileri ve psikiyatri uzmanları, sanatçının psikolojik durumunu bipolar bozukluk (manik depresyon), epilepsi, aşırı alkol kullanımı ve sınırda kişilik bozukluğu gibi durumların olduğunu düşünmüşlerdir.
Özellikle kulağını kesmesi ve yaşadığı ruhsal çöküşler, kardeşine yazdığı mektuplar ve intiharı bu tartışmaları destekleyen olaylar arasında yer alır.
Van Gogh’un resimleri, onun ruhsal durumunun yansımalarını barındırır. Dinamik ve çalkantılı fırça darbeleri, içsel huzursuzluğu ve duygusal yoğunluğunu ortaya koyarken, parlak ve kontrast renkler, yaşam sevincine duyulan bir arayışı ve psikolojik dalgalanmaları ifade eder. Yalnızlık ve melankoli, boş mekanlar ve izole figürler aracılığıyla dikkat çekerken, doğa tasvirleri ruh halindeki değişimlere dair ipuçları verir. Özellikle otoportrelerinde görülen gergin ifadeler ve boş bakışlar, onun zihinsel karmaşasını ve kendini anlama çabasını gözler önüne serer. Van Gogh’un eserleri, hem iç dünyasındaki çalkantıları hem de iyileşme arayışını sanatına işlediğini gösterir.
2.Edvard Munch:

Yaşamı boyunca anksiyete, depresyon ve paranoya gibi çeşitli psikolojik rahatsızlıklar yaşamış, bu sıkıntılar eserlerine derin bir şekilde yansımıştır. Genç yaşta annesi ve kız kardeşini kaybetmesi, yaşam boyu süren kaygı ve melankoliye neden olmuş, 1908’de geçirdiği sinir krizi ve alkol bağımlılığı bu durumu daha da derinleştirmiştir. Munch, ölüm, aşk ve insan ilişkileri gibi takıntılı konuları tekrar tekrar işlerken, sanatını bir terapi aracı olarak kullanmış ve modern insanın kaygı ve yalnızlık duygularını güçlü bir şekilde ifade etmiştir.
3.Michelangelo:

Hayatı boyunca, yoğun bir melankoli, içedönüklük ve mükemmeliyetçilikle şekillenmiştir. Sanatına duyduğu takıntılı bağlılık ve kendini sorgulama eğilimi, onun ruhsal olarak zorlu bir yaşam sürdüğünü gösterir. Sosyal hayattan uzak durması, Vatikan ile yaşadığı gerilimler ve fiziksel yorgunluk, zihinsel mücadelelerini derinleştirmiştir. Bu zorluklar, eserlerindeki duygusal yoğunluk ve derinliği güçlendiren unsurlar olmuştur.
4.Paul Gauguin:

Yaşamı boyunca depresyon, yalnızlık ve içsel çatışmalarla mücadele etmiştir. Maddi zorluklar, ailesinden uzaklaşması ve Tahiti’de izole bir yaşam sürme kararı, ruhsal çöküşlerini derinleştirmiştir.
1897’deki intihar girişimi, bu çalkantıların en belirgin göstergesidir. Empati eksikliği ve diğer sanatçılarla yaşadığı çatışmalar da onun karmaşık kişiliğini yansıtır. Bu ruhsal mücadeleler, eserlerindeki mistik ve huzursuz atmosferlere ilham olmuştur.
Araştırdığımızda benzer birçok örnekle karşılaşırız hatta sanatçılar belki de uzmanların günümüzde klinik uygulamalarda kullandığı bu psikoterapi yöntemini kullandıklarını fark etmediler bile ya da bazıları iç dünyalarındaki karmaşıklığın sanatını beslediğini düşünerek berrak bir zihni arzulamayacak kadar farkındaydı ama sanatı için nesne olmayı kabul edecek kadar hastaydı.
Farkında olanlardan ve bunu kendi için kullananlardan biride Goethe...
Kendi yerine eserinde Werther’i öldürmek suretiyle kendini kurtardığını söylemiş aslında psikolojinin çok esaslı bir gerçeğini dile getirmiş kafasında tasarladığı intiharı fantezi aynasına yansıttığı uydurma bir figüre aktararak boşaltmış ve kendini böylece o düşüncenin baskısından kurtarmış.
Sanat ve psikolojinin etkileşimi ortada hepimiz kendimize bir Werther bulmalıyız. Sanatı sadece kendi iç dünyamızın dışavurumu için değil robotlaşan bu dünyada estetiğin iç dünyamıza yansımasına da izin vermeliyiz. Sanatı anlamaya değil hissetmeye ihtiyacımız var. Biraz sanat çokça endorfin !
Comments