top of page

İKİ ARADA BİR ÜLKEDE

Yazarın fotoğrafı: Emirhan KaradaşEmirhan Karadaş

Her tarafında bir politik kriz yaşanırken, Türkiye bu ateş çemberinde, stratejisini nasıl kurgulamalı? Dünün yanlış politikalarının getirileri bugünü nasıl etkiledi? Tüm bunlar ve daha fazlası bu yazımızda işlendi.

 

1.KISIM: POLİTİK SANCILAR


Bir yanında refah ve huzur toprakları Avrupa, bir yanında -arasında engel devletler olsa da- iktisadi dengeler oturmaya başlamış ve bu dengelerin dönütlerini fazlasıyla alan bir Asya. Tepesinde iki dev Amerika ve Rusya. Hammaddeyi alışına bile stratejik hedefler geliştiren bir ülke düşünün. Tam tanımı ile iki arada bir derede kalmış bir ülkenin yani Türkiye’nin ahvalini konuşmaktayız yine ve yeniden.


Bir garbın bir şarkın arasında mekik dokuyan dış politikamız yerleşik ve kurucu ilkelerden tamamen farklı olarak yave bir politikaya dönüşmüş vaziyette. Bir dönemler birilerine parmak sallamanın ardından, yüzsüzlük etmemek için parmak sallanan ülkenin kendisi değil, bölgedeki ehemmiyetli müttefikinden borç istemek bu ülkenin son 10 yıldaki dış politikalarından biri ki bu müttefikler işgalci güç diye anılan IMF den daha tehlikeli bir konumda finans işleyişi güden ülkelerken.


Bir taraftan olamama, şahıslardan ziyade bu ülkenin jeopolitik getirilerinden birisi. Yıllar önce birinci dünya savaşından çıkmış taze cumhuriyetin başında bulunanlar tam da bu sebepten ötürü haklı olarak ikinci dünya savaşında birilerinden yana olmak istemediler ve ortaya bu ülke adına aktif savaş olmaksızın kazanılan bir zafer çıkıverdi. Savaşın en kızgın zamanlarında ortada ve dengeci politika ile geçen 5 yıl 10 aydan sonra savaşın bitmesine 2 ay kalmışken, batı bloğundan taraf savaşa katılan Türkiye Cumhuriyeti tarihi açıdan diplomatik bir kazanç elde etse de ortacı ve denge güden siyasetten de çıkmak adına bir yönelim göstermişti. Ardından gelen iktidarların, iki arada kalmış, dengeperest politikayı soğuk savaş dönemi için devam ettirmesi imkansızdı. Çünkü ülke yönetimi çoktan tercih sunmuş ve batı bloğundan yana taraf ortaya koymuştu. Seçilen tarafın kazandırdığı Marshall’ın mali ve iktisadi getirileri, bir iktidarın acı sonu olurken aynı zamanda kolay kazanılmamış bir bağımsızlığı kimilerine göre çok kolayca tehlikeye atmıştı. Amerika’nın dayatmalarını kabul eden bir hale gelmiş Türkiye’den bahseder olmuştuk artık.


1950’lerin güçlü ve jandarma Amerika’sından yana oluşan politikalar ve NATO’ya üyelik ile başlayan süreçte en çok tartışılan olgu bağımsızlıktı. Kimileri için bloklardan birine müttefiklik, bağımsız Türkiye çizgisinin dışına çıkmaktan ibaretti ve ülkenin başına bela olacaktı. Bu belalardan ilki ise tartışmalar daha durulmadan 1962 de yaşanmıştı bile. Küba füze krizi sırasında, İzmir / Çiğli hava üssünde ortaya çıkan IBRM’ler, Sovyetler ile arasında oluşan krizi daha da aşılamaz bir hale getirmişken, aynı zamanda Türkiye’nin Amerika’nın politikalarına mutlak bağlılığını (kendini riske atmak pahasına) ortaya koyuyordu.


Diplomatik ilişkilerin istenilen ölçüde kararlı sürdürülememesi ve dünyada, özellikle 60’lardan sonra ortaya çıkan diplomatik iletişim geleneğinin kökleşmesi serüvenine istenilen ölçüde bağlı kalamayan Türkiye, sürecin her anından zararlı çıkmaya devam ediyordu. Sosyalist etkilere engel olamayan veya bu etkilere karşı daha da körükler bir devlet otoritesi sunan politikalar sonucunda ülkede 45 yıl boyunca sayısız kanın akmasına sebep olacak bir örgüt kurulmuştu. Bahse konu örgüt PKK, sözde bir milletin haklarını savunduğunu iddia ederken en çok zararı da savunduğunu iddia ettiği halka, yani Kürtlere veriyordu. Yine devletin bölge insanını yani asli unsur niteliği taşıyan vatandaşını, bu örgüte karşı koruması gereken noktada, amacı sorgulanması gereken politikası topyekûn bölge ile mücadele etmekti.


Hem uluslararası hem de lokal manada ilişki geliştirebilme yetisini kaybeden, sonucunda başına gelecekleri hesaplamadan, insanları ve etkin olduğu bölgeleri düşünmeden geliştirdiği politikalar sonucunda, Türkiye’nin uğradığı zarar 35 bin kişi ile insan canı kadar önemi olmasa da 4 trilyon lira oldu. Sorunların köküne indikçe karşımıza çıkanlar bize gösteriyor ki lokal ve uluslararası politik var olma çabası, siyasi istikrarsızlık her dönemde bu ülkenin temel problemleri olmuş. Bu problemler bugün karşımıza mülteci sorunu, mali sıkıntı gibi çıktılar koyarken, dün de çok farklı olmayarak iktisadi problemler ve ırk çatışması gibi sorunlar sunmuştu. Birilerinin bu ülkenin asli unsuru olan “azınlığının“ üzerine kurduğu karşıt politikalar, bölgede yıllarca bitmeyecek bir çatışmaya sebep olmuş ve sonucunda her kulvarda geri kalmış bir bölge oluşmasına sebep olmuştu. Maliyetleri ve yaşanan hadiseler göz önüne alınarak yaşananların sebebi arandığında hangi taşı kaldırırsak kaldıralım altından sebep olarak bizlere diplomatik ve bürokratik anlamda etkin olmayan zihniyetin yave politikaları çıkacaktır.

 

2.KISIM: GÜNCEL HEZEYAN


Söz konusu tarihsel süreçte yaşanan sorunlar, günümüze gelene kadar katlanarak artmış ve içinde bulunduğu durumda Türkiye’yi tekrar diplomatik denge stratejisi geliştirme gibi bir yola sürüklemiş vaziyetteyken, iktidarın son 10 yılda batıdan uzak, doğuya yakın bir strateji geliştirmesi, dengenin kaybolmasına sebep olmuştur. Hal böyle iken Türkiye siyasi arenada izole olmuş ve batının ambargolarını üzerine çeken bir ülke haline gelmiştir.


2003’te iktidara gelirken batıcı söylemleri, hatta Avrupa Birliği gibi mutlak hedefleri olan iktidar, son 10 yılda yaşananlarla beraber, kendince Türkiye’de emperyal olduğunu iddia ettiği batı dünyasına sırtını dönmüş, yönünü bulunduğu coğrafyaya çevirmiştir. Tabii ki ülke politikaları tarihsel süreçten ders alınmayarak yine ve yeniden yanlış şekillendirilmiştir.


Siyasi güç arenasında masanın bir unsuru olmaya çalışırken, bozulan iktisadi dengeleri toplamak adına parmak sallanan, nota çekilen devletlerin kendileriyle de değil, forsundan bir şey kaybetmemek hayali ile bölge müttefiklerinden borç veya yatırım fonu almak ne kadar alelade bir politikaysa, coğrafyanın en kadim topraklarında çıkacak bir savaşta, savaş rantı elde etmek veya hangi sebeple olursa olsun, bölgenin camilerinde Cuma namazı kılma hayali aynı ölçüde hayali bir “stratejik derinliktir“. Bu derinliksiz strateji, kitlesel bir göç dalgasına, ekonomik kayıplara, sosyal değişime ve 1 milyon cana mal olmaktayken, politikanın sonucunda kontrol edilen 60 km derinlik kim için önemlidir bilinmez. Bir kesim için Türkiye Cumhuriyeti son 20 yılda dünyada tanınan, emperyal çerçeveleri kırmış bir kimlik edinmişken, bir kesim içinse her şeyin kötüye gittiği, masanın parçası olamayan bir kimlik edinmiş durumda.


Sorgulama yapılırken dikkat edilen özelliklere göre oluşabilecek iki sonuç polarize edilmiş sonuçlardan fazlasını çıktı olarak sunmuyor. Ferdi olarak doğruya doğru, yanlışa yanlış deme eksikliğinden kaynaklı olarak, yapılan taraflı yorumlardan öteye gidemeyen ve iktidarca ya da muhalifçe yapılan yorumlar gerçeği ne kadar yansıtmakta o da bilinmez. Bu bilinmezlik arasında yönetici ve politika üretici kimliği taşıyanlar da ne tarafa yönelim göstereceğini şaşırmış vaziyette. Anlaşılan onların da fark ettiği kavgacı ve diplomatik olmayan dilin hep hüsrana uğrattığı. Bir seçim dönemi boyunca Asya tipi bir iktisadı ve Asya Ülkeleri ile ilişkilerin güçlenmesini benimseyen politikaların ardından oluşan yeni kabine ve orta vadeli iktisadi plan batıcı bir politikanın benimsenmeye başladığının göstergesi gibi dururken Rusya ile görüşmeler Asya’dan da kopmak istemeyen bir politikanın habercisi.


 

3.KISIM: NE YAPMALI


Türkiye gibi jeopolitik duruma sahip bir ülkenin, üreteceği stratejiler için kılı kırk yarması gerekmekte. Güneyinde oluşan otorite boşluğunu doldurmaya çalışan ülkelerin yarattığı kriz, kuzeyinde devam eden savaş, batısı ve doğusu arasındakilerin verdiği ticari mücadelenin tam ortasında, geliştireceği doğru diplomasi bu ülkeye tahayyül etmekte güçleneceğimiz bir refahı da beraberinde getirebilir. Amerika’nın ve Avrupa’nın bölgede kaybetmek istemeyeceği Türkiye aynı zamanda Rusya ve Çin’in de güçlü bağlarını koparmak istemeyeceği bir ülke. Masanın paydaşı olmak için gerekli ortam sağlandığı taktirde kazanım olarak görülecek şeyler tüm problemlerin de çözümü. Aynı zamanda şeytanlaştırmak ve parmak sallamaktan vazgeçerek orta doğuda güç dengesi oluşturmak adına İsrail ile oluşturulacak bir müttefiklik hali hazırda bir raddeye gelmiş Türk-orta doğu güç dengesini yeniden güçlendirecektir.


Orta Asya’da bulunan Türki devletler ile oluşturulan birliğin ticari ve askeri boyutlarının büyütülmesi belki Rusya için tehdit oluştursa dahi Libya veya ticari pazar için yapılacak pazarlık Türkiye’yi o zorluktan da çıkaracaktır. Ezcümle nasıl bir politik ve diplomatik buhranın içerisinde olursa olsun, bir şekilde sahip olduğu bölgesel güç ve vazgeçilmez jeopolitik konumu Türkiye’yi o buhrandan çıkarmaya yetecek güçlü diplomasinin temellerini oluşturmaya yetecektir. Türkiye'nin bundan sonraki serüvenine daha güçlü, sorunlarını çözmüş, diplomasinin kıymetini anlamış ve derin stratejiler geliştirmiş bir ülke olarak devam etmesi dileği ile sağlıcakla kalın...


Comments


bottom of page