Osmanlı Devleti'nde I. Meşrutiyet'in (1876) ilan edilmesi ile beraber meclis ve seçim serüvenimiz başlamıştır. Bu serüven 93 Harbi (1877-78) neticesinde kısa süreli olmuş ve meclis kapatılıp (1878) 1908 yılına kadar meclis açılmamıştır. 1908 senesinde II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi ile beraber tekrardan meclis açılmış ve seçimler kaldığı yerden devam etmiştir. Böylelikle 1960 senesine kadar devam edecek olan seçimler silsilesi başlamış oldu.
Osmanlı Devleti, kurulduğu zamandan itibaren divanlar (bir nevi meclisler) kurup bu yerlerde kararlar almıştır. Divan geleneği devlet içinde ilerleyerek 19. yy başlarına gelince modern bir hal almaya başlamıştı. İlk olarak ilan edilen Tanzimat Fermanı ve akabinde Islahat Fermanı ile Osmanlı vatandaşlarını anayasal bir güvence altında olmasını sağlayan önemli adımlar olarak sayılmaktadır. 1876 yılında ise meşruti monarşi fikri (bu fikir Tanzimat Devri’nde Namık Kemal ve arkadaşları tarafından söylenegelmiş, ancak 1876 yılında bu konu ile alakalı adımlar atılmıştı) daha yaygın bir hal almıştı.
1876 senesinde bir darbe sonucu Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilerek yerine yeğeni V. Murad’ın tahta çıkarılması ile meşrutiyetin ilan edilmesi gündeme gelmişti. Ancak Sultan Murad’ın akli dengesinin bozulup yerinde olmadığı gerekçesi ile kardeşi Şehzade Abdülhamid’in tahta çıkması kararlaştırılmıştı. Bu karar neticesinde Abdülhamid, tahta çıkma fikrine sıcak bakarak Midhat Paşa ve ekibine meşrutiyeti ilan etme sözü vermişti. Verilen söz neticesinde II. Abdülhamid tahta çıktı ve akabinde 23 Aralık 1876 senesinde kendisi tarafından “Kânûn-i Esâsî” yürürlüğe konulmuştu. Bu vesile ile meşrutiyet ilan edilmiş ve II. Abdülhamid meclisi açmıştı. Bu meclis, iki taraflı meclis sistemi olacak şekilde belirlenmişti: “Meclis-i Âyân” ve “Meclis-i Mebûsân” idi. Bu iki meclisin geneline ise “Meclis-i Umûmî” ismi verilirdi.
Meclis-i Âyân denilen kurum ise; günümüzde senato görevi görüp (bir nevi İngiltere’de olan kamara gibi) burada görevli olacak kişileri padişah doğrudan atama yetkisine sahipti. Görev alacak kişilerin 40 yaşını geçmiş olmaları, güvenilir olmaları, toplum nezdinde itibarı olmaları (patrik, haham, valiler, elçiler veya vb.), veya devlet kurumlarında görev almış olmaları hususu dikkat edilirdi. Aynı şekilde burada görev alan kişilerin meclisten gelen teklifleri onaylama, değerlendirme, geri iade etme, değiştirme veya teklifin üstüne yeni bir teklif ekleme gibi görevleri de vardı. Yani bir nevi baktığımız zaman tam yetkili bir meclis diyebiliriz. Meclis-i Mebûsân ise iki meclisli sistemin Osmanlı Parlamentosu kanadını oluşturan kısmı idi ve burada halkın seçtiği mebuslar (milletvekilleri) görev yapıyordu.
Seçilme şartları kısmına geldiğimizde ise şartlar şu şekilde sıralanmaktaydı: 50000 kişiye (erkek) 1 mebus seçilmesi öngörülmesi, 30 yaşını doldurmuş olması, Türkçe bilmesi ve Osmanlı tebaasından olması, yabancı devletlerden imtiyaz almaması, itibarını kaybetmemiş veya zedelememiş olması, gizli oyla seçilmesi, 4 yılda bir seçimin yenilenmesi, mebusların seçimi için bir kanunname çıkarılması ve bunun tatbik edilmesi ve mebusların seçim bölgesini değil bütün Osmanlı İmparatorluğu’nu temsil etmesi hususları vardı. İstanbul ve taşra bölgesi için seçilme yaşı 25’e indirilip, mebusların kendi memleketlerinde emlak ve gayrimenkul sahibi olması şartı ve cinayet veya bir suçtan dolayı herhangi bir hüküm giymemiş olması ibaresi yer almıştır. Bütün bunların uygulanması halinde meclis için toplam 130 mebus belirlenmiştir. Mebusların 80 tanesi Müslüman, 50 tanesi ise Gayrimüslim olacak şekilde belirlenmiştir. Seçim usulüne gelince ise, seçimler halkın seçmiş olduğu yöneticiler (vilayet, kaza ve sancak meclisleri üyeleri) tarafından kapalı oylama usulü ile isimleri mühürlü bir şekilde zarfa koyularak yapılmıştır. Yapılan bu oylama sonucunda ise vali veya o bölgenin yöneticisi, yörenin ileri gelenlerinden oluşan bir danışma meclisi meydana getirip zarfa koyulan kişileri bu şekilde seçilecekti. Buradaki önemli husus ise en fazla oy alan kişinin seçilmesi, eğer eşitlik var ise kura usulü yapılarak kazanan belirlenecekti. Bütün bu seçim işleminin yapılmasından sonra ise meclis kazananları tek tek inceleyip hiçbir sorun görmez ve meclisin genel kurulu da onay verirse kazanan kişileri mebus olarak seçiliyordu. Ek olarak, İstanbul seçimleri için ayrı bir beyanname hazırlanıp belediye meclisinde (Şehremaneti) iki dereceli bir seçim yapılması planlandı. İlk aşamada İstanbul ve civarı için 20’ye yakın bölge çıkarılıp; bu bölgelerin her birinden 1’i Müslüman, 1’i Gayrimüslim olmak üzere 2 vekil çıkarılmasına; ikinci aşamada ise vekiller Şehremaneti’nde toplanıp 5’i Müslüman, 5’i Gayrimüslim olmak üzere toplam 10 mebus belirlediler. Mebus seçimlerinin tamamlanmasının ardından ise 19 Mart 1877 senesinde padişah huzurunda Meclis-i Umûmî açılış merasimini yaparak göreve başlamıştır.
I. Meşrutiyet’in ilan edilmesi ve meclisin açılması ile beraber 1. Osmanlı Meclis Yasama Yılı başlamış oldu. Bu yasama dönemi sadece 3 ay kadar sürdü ve 28 Haziran 1877 senesinde meclis tatile girdi. Osmanlı Devleti’nin savaş durumunu göz önüne aldığımız zaman kısa süren bir yasama yılı olmuştu.
Meclis-i Umûmî'nin açılışı (Dolmabahçe Sarayı, 1877)
Anayasa üzerinde mebuslar padişaha, vatana ve anayasa sadık ve bağlı kalacağına dair yemin ederek görevine başlamıştı. Hükümeti ise mebuslar arasından değil, doğrudan padişahın atadığı kişiler tarafından oluşturuluyordu. Yani meclisin görevi kanun yapmak ve yıllık bütçe kanununu inceleyip kabul etmekti. 3 aylık süreçte ise meclis; anayasa iç tüzüğü tartışmasından, Osmanlı-Rus Savaşı meselesi ve matbuat nizamnamesine kadar pek çok konuyu da görüşmüş oldu. Yeni kanun teklif etme veya eski kanunları değiştirme hakkı hükümete ait olup; mebusların bu haktan yararlanması ise doğrudan padişaha ait idi. Ayrıca hükümet anayasaya karşı sorumlu değil, doğrudan padişaha karşı sorumlu idi. Mebuslardan biri hükümet üyelerinden birini şikâyet etmek isterse meclisin 2/3’ü çoğunluk sağlarsa üye Divân-i Âlî’ye şikâyet edilirdi. Buna müteakip, hükümet ile mebuslar arasında bir uyuşmazlık meydana gelirse ve iki tarafta bu konuda ısrarcı olursa padişah meclisi feshedebilir veya hükümeti değiştirme yetkisine sahip idi. Meclisin kapalı olduğu durumlarda ise hükümet üyeleri geçici kanunlar çıkarabilir; mebuslar yapılacak kanunlar hakkında da hükümet üyelerinden izahat isteyebilirdi. Böyle bir ortamda meclisin yetkisi kısmi bir şekilde olmuş, padişahın yetkisi meclisten daha yüksek bir seviyede duruyordu.
2. Meclis Yasama Yılı ise 13 Aralık 1877 senesinde başlamıştı ve meclis sade bir törenle açılmıştı. O dönemde henüz bir seçim kanunu olmadığı için mebuslar yine eski usul yöntemle seçilip göreve başlamışlardı. Bu sefer ise 56’sı Müslüman, 40’ı Gayrimüslim olmak üzere toplamda 96 adet mebus bulunmaktaydı. Ancak, bu meclis ilk yasama yılındakine göre hükümete karşı biraz daha sert bir üslup kullanmaktaydı. Bunun neden ise o dönemde ortaya çıkan mali krizler, iç ve dış tehditler ve 93 Harbi’nin olması idi. Böyle bir ortamda padişah II. Abdülhamid, hükümete karşı artan muhalefete daha fazla dayanamayarak (bana göre, ayrılıkçı hareketlerin olması ihtimali de göz önüne alınarak) ve anayasanın kendisine verdiği yetkiyi de kullanarak 13 Şubat 1878 senesinde meclisi süresiz olarak tatile sokmuştur. Böylece I. Meşrutiyet Dönemi kapanmış oldu.
30 yıllık mutlak monarşinin ardından 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet ilan edildi ve anayasa yeniden yürürlüğe konularak meclis yeniden açıldı. Yalnız seçim kanunu olmadığı için I. Meşrutiyet Devri’nde görüşülen “İntihâb-i Mebûsân” kanunu “Takvîm-i Vekâyi” de (Resmi Gazete) yayınlanarak yürürlüğe girmiş oldu. Buna ek olarak kanunun talimat layihası hazırlanarak taşraya gönderildi. Böylece bu iki metin yapılacak olan diğer seçimlerin de nasıl yapılacağını belirtme görevi görüyordu. Buna göre her sancak bir seçim dairesi ve her nahiye de seçim şubesiydi. Nüfusun (erkek kısmı) 25000 ile 75000 arasında olan sancaklardan 1 mebus seçilecekti. Seçimler iki dereceli olup birinci seçmenler ikincileri ve onlarda mebusları seçmekteydi. Seçmen yaşı 25, seçilme yaşı ise 30 idi. Oy hırsızlığının önlenmesi için ise nüfus cüzdanına “görülmüştür” kaydı yazılmıştır.
II. Meşrutiyet'in ilanına dair bir kartpostal (24 Temmuz 1908)
1908 yılında yapılan seçimleri İttihat ve Terakki Fırkası ezici bir çoğunlukla Ahrar Fırkası’nı yenerek iktidar olmuştu. 17 Aralık 1908 yılında Meclis-i Umûmî tekrar açılarak faaliyetlerine başlamıştı. Meclis burada anayasal olarak padişah ile meclis arasındaki ilişkileri düzenlemişti. Padişahın şeriata ve anayasa hükümlerine uyacağına, vatana ve millete bağlı kalacağına dair bir yemin etme esası getirilmişti. Bir diğer değişiklik ise hükümet üyelerinin sadrazam tarafından belirlenip padişahın onayı ile kabul edilerek göreve başlaması idi. Çıkarılacak kanunların üstünde hükümet üyelerinin imzasının yanında padişahın imzasının da bulunması anayasal bir zorunluluk haline gelmişti. Ayrıca hem vekiller hem de hükümet üyeleri doğrudan meclise karşı sorumlu hale geldiler. Buna ek olarak padişahın meclisi feshetme yetkisi zorlaştırılarak Meclis-i Âyân’ın onayı alınması şartı getirilmişti. Bu sayede meclisin hükümete karşı eli güçlenmiş ve olası bir anlaşmazlık durumunda hükümet ya meclisin dediğini yapacak ya da istifa etme durumunda kalacaktı. Meclise güven oylaması gelmiş ve bu sayede güvenoyu alamayan vekil ise hükümet üyeliği; sadrazam ise doğrudan hükümet düşecekti.
Açılan mecliste eski kanunları görüşme ve yeni kanunları verme yetkisi önceden tek hükümet elinde iken, bu dönemde doğrudan Meclis-i Umûmî’ye (ayanlar ve mebuslar dâhil) kadar genişletilmişti. Burada şu husus vardı: her iki mecliste kanunu onaylarsa padişaha sunuluyordu ve akabinde padişahın bu kanunu düzelttirmek amacıyla geri gönderme yetkisi de bulunmaktaydı. Düzeltilen metnin ise tekrardan onay alması için meclisin 2/3’lük kesiminin onayı gerekecekti. Ek olarak, vatandaşın temel hakları, barış ve ticaret gibi önemli konularda padişahın meclisin onayını da alması gerekmekteydi. Bu kadar meclise geniş yetkiler verilmesine rağmen 28 Mayıs 1914 senesinde İttihatçılar, Meclis-i Âyân’ın onay şartını kaldırarak meclisin feshini kolaylaştırdılar. Böylece meclis üzerinde hâkimiyet kurmaları kolaylaşacaktı.
18 Ocak 1912 senesinde İttihatçılar muhalefeti sindirebilmek için erken seçime gittiler. Bu seçime “Sopalı Seçim” ismi verildi ve buna rağmen meclise sadece 6 tane muhalif mebus girebilmişti. Bütün bu sorunlarla beraber meclis 18 Nisan 1912 senesinde çalışmalarına başladı. Ancak İttihatçılara karşı muhalefet gittikçe arttı ve askerlerin siyasete karıştığı gerekçesi nedeniyle mecliste gerilimler arttı. Gerilimlerin artması üzerine Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Meclis-i Âyân’ın onayını da alarak meclisi feshetme yoluna gitti. Meclis kapatıldıktan sonra Balkan Savaşı’nın olmasından dolayı 1914 yılına kadar yasama faaliyeti yürütülemedi. Ek olarak, meclis kapalı olmasına rağmen 23 Ocak 1913’te İttihatçılar Bâb-i Âlî’yi basarak iktidarı yeniden ele geçirdi. 14 Mayıs 1914 senesinde meclisin açılmasından sonra ise I. Dünya Savaşı’nı takip eden süreçte muhalefetsiz bir savaş meclisi yönetimi meydana gelmişti. Bu meclis savaş sebeplerinden dolayı geçici kanunlar çıkarmış ve savaş bitimine kadar bu şekilde devam etmiştir. Ancak, Mondros Mütarekesi’nden sonra Sultan Vahdettin 21 Aralık 1918 günü meclisi feshetmiştir.
Bâb-i Âlî Baskını (Nazım Paşa'nın vurulması ve Kâmil Paşa'nın istifaya zorlanması, 23 Ocak 1913)
2 Ekim 1919 senesinde kurulan hükümet seçime gitme kararı aldı ve bu seçim çok zorlu bir süreç etrafında gerçekleştirildi. Çünkü o dönemin savaş şartları altında yapılan bir seçim idi. Bu seçime Rumlar ve Ermeniler katılmamış olup, zorlu şartlarla İstanbul’a gelen 72 vekilin katılımıyla 12 Ocak 1920 günü meclis açıldı. Açılan bu meclis, savaş şartlarından dolayı “Mîsâk-i Milli Beyannâmesi” ilan ederek işgale karşı olduğunu bildirmiştir. 16 Mart 1920 senesinde ise meclis İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından basılmış ve vekillerin bir kısmı Malta ve Limni Adalarına sürgüne gönderilmiştir. Orada kalan vekillerin bir kısmı ise meclisin oturumuna kendi istekleriyle ara vermiş; padişah ise bu durum üzerine meclisi 11 Nisan 1920 günü meclisi kapatmıştır. 23 Nisan günü ise Ankara’ya taşınan meclisin açılışı sağlanmış ve kalan mebuslar oraya intikal etmişlerdir.
23 Nisan 1920 senesinde meclis açılmıştı ama öncesinde (19 Mart) ise vekillerin seçilmesi için Mustafa Kemal Paşa, il idarelerine ve ordu komutanlarına telgraf göndererek 15 gün içinde seçim yapmalarını belirtmişti. Çünkü savaş dönemi olduğu için olağanüstü bir meclis toplanacaktı ve vekiller memleket işlerini denetlemek durumunda kalacaktı. Burada ise şöyle hususlar vardı: vekiller seçim yasasına bağlı kalacaktı, seçimlerde sancaklar esas alınıp; her sancaktan 5 vekil seçilip akabinde seçimler tamamlanarak Ankara’da çoğunluk sağlanacak şekilde tamamlanacaktı. Bu seçim yasası ile beraber daha önce uygulanan nüfusa dayalı seçim çalışmasına son verilmiş, sancaklardan nüfusa bakılmaksızın 5 üye seçilmişti. Buna müteakip seçilme yaşı da 30’dan 25’e indirilmişti. Olağanüstü çalışmalar gösteren bu meclis savaş meclisi idi ve meclis hükümeti görevini yürütüyordu. Ayrıca güçler birliği ilkesini de esas alarak çalışmalarını yapmaktaydı ve meclisin üstünde hiçbir kuvvet bulunmamaktaydı. Savaş meclisi olması nedeniyle 1923 senesine kadar yasama faaliyetinde bulunmuş ve 15 Nisan 1923 günü kendini feshetmiştir.
1 Nisan 1923 günü seçime gidilme kararı alındı ve muhalif grup mecliste olmadığı için 2/3’lük oran sağlanamamıştı. Bu sebepten seçim yasasında bir değişiklik yapılarak nüfusa (erkek) göre 50000 kişiye 1 mebus seçilirken bu durum 20000’e düşürüldü, seçmen yaşı 18’e indirildi ve seçmek ve seçilebilmek için vergi verme zorunluluğu kaldırıldı. Böylece muhaliflerin önü bir nevi kesilmiş ve seçim ortamının yapılması sağlanmıştır. 28 Haziran 1923 günü seçimler yapılmış ve Birinci Grup (Müdafaa-i Hukuk Grubu) tamamen meclise girmişti (burada şu hususa dikkat etmek gerekiyor ki bu seçim iki dereceli bir seçim idi). Akabinde 29 Ekim 1923 günü ise Mustafa Kemal Paşa 158 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmişti.
Mustafa Kemal Paşa'nın Cumhurbaşkanı seçildiği tarihteki fotoğrafı (29 Ekim 1923)
1927-31-35-39-43 seçimleri ise genel olarak tek bir partinin (CHP) katılımı ile yapılan seçimlerdir. Bu seçimlerde gösterilen adayların parti tüzüğü uyarınca parti lideri tarafından belirlenip ilan edilmesi yolu ile seçime gidilmiştir. Buna müteakip, 1930 yılında çok partili bir sürece geçiş denemesi yapılmış, ancak başarılı olunamamıştır. Bu denemenin ardından çok partili sistem yerine bağımsız adayların seçilip meclise girmesi kararı alınmıştır. Buna ek olarak 1934 senesinde yasa değişikliği yapılarak kadınların da meclise girmesinin önü açılmış ve 1935 senesinde 18 tane kadın vekil meclise girmiştir. Ayrıca daha önce 18 olarak belirtilen seçmen yaşı 1935 senesinde 22’ye çıkarılmıştır. Bütün yapılan bu seçimler iki dereceli olarak uygulanmıştır. 1946 senesine gelindiği vakit ise çok partili sisteme geçiş süreci başlamış ve ilk kez tek dereceli seçim sistemine geçilmiştir. Seçim listesine ise Demokrat Parti ile beraber Milli Kalkınma Partisi katılmış ve sadece Demokrat Parti meclise girebilmiştir. Bu seçimde ilk kez aday esaslı blok sistemi uygulanmış ve nüfusa göre bir düzenleme yapılarak milletvekili seçimine gidilmiştir. Örneğin, 40000 nüfusun altındaki vilayetlere 1 vekil verilir iken; 55001-95000 arasına 2 vekil verilmekteydi. Ek olarak, 1946 seçimleri açık oy gizli tasnif usulü ile yapılmıştır.
1950-54- ve 57 seçimleri ise çok partili sürecin olduğu bir ortamda yapılan seçimlerdir. 1950 seçimleri öncesinde seçim yasasında değişiklik yapılarak seçimin kapalı oy açık tasnif olması, tek dereceli, liste usulü çoğunluk sistemi, yargının denetimi olan, seçmen yaşının 22 ve seçilebilme yaşının 30 olduğu bir düzenleme yapılmış ve seçime bu şekilde girilmiştir. 14 Mayıs’ta yapılan seçimlerde liste usulü olduğundan ötürü DP; %55 oy almasına rağmen meclisin %85’ini, CHP ise %40 oy almasına rağmen meclisin %14’ünü oluşturmuştur. Bununla beraber şekilde 1954 ve 57 seçimleri de tek dereceli liste usulü çoğunluk sistemi uygulanarak yapılmış ve seçim kanunlarında fazla bir değişiklik olmadan sadece nüfus sayımı üzerine bir ek madde konularak seçim gerçekleştirilmiştir.
Sonuç olarak, meşrutiyetin ilan edildiği 1876 yılından 1943 yılına kadar iki dereceli bir sistem uygulanıp seçmen ve seçilme yaşı arasında değişiklikler yapılmıştır. Bununla beraber Osmanlı’da senato görevi gören bir yapı olmasına karşın 23 Nisan 1920’den 1961’e kadar böyle bir yapı olmamıştır. Osmanlı’dan beri süregelen nüfus sayımı esası temel alınarak yapılan seçimler küçük değişiklikler ile beraber Cumhuriyet’e de intikal etmiştir. 1946 senesine gelindiğinde ise tek dereceli seçim sistemine geçilmiş ve liste usulü yöntemi uygulanmıştır. Meclisin yetkisi I. Meşrutiyet zamanında pasif iken; II. Meşrutiyet zamanında biraz daha aktif olup padişahın yetkisini sınırlandırılmıştı. Cumhuriyet devrinde ise 1950’ye kadar meclisin yetkisi daha fazla iken, 1950’den sonra hükümetin yetkisi biraz daha arttırılmış ve akabinde iktidar partisi, bu yetkiyi 1954 senesinden itibaren orantısız bir şekilde kullanma girişiminde bulunmuştur. Hükümetin orantısız şekilde yetkisinin artması askeri darbe ile sonuçlanmış ve 27 Mayıs 1960 yılında meclis feshedilmişti. Böyle bir ortamda aslında ilk olarak kısmi demokrasi (I. Meşrutiyet) ile başlayıp, akabinde demokrasiyi sağlamak adına gerekli adımlar atılmış ve II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’in kurulması süreci ve sonrasında uygulanagelen gerekli seçim reformlarının yapılması doğrultusunda demokratikleşme süreci başlamış oldu.
Yararlanılan Kaynaklar Ali Akyıldız, "Meclis-i Mebûsân", TDV İslam Ansiklopedisi (DİA)
Ali Akyıldız, "Meclis-i Ayân", TDV İslam Ansiklopedisi (DİA)
Fahri Bakırcı, "1950 Seçim Kanunu", ATAM Atatürk Ansiklopedisi (Dijital Erişim)
M. Şükrü Hanioğlu, "Meşrutiyet", TDV İslam Ansiklopedisi (DİA)
Tansu Barış Mahmutoğlu, "Seçimler (1939-1950)", ATAM Atatürk Ansiklopedisi (Dijital Erişim)
Kenan Olgun, "Türkiye'de Cumhuriyetin İlanından 1950'ye Genel Seçim Uygulamaları", ATAM Dergisi 27/79
Comments