top of page
Yazarın fotoğrafıSalih Refi

KILIÇDAROĞLU'NU ANLAMAK

Müzmin muhaliflerin ağır eleştiri yağmuruna tuttuğu ''helalleşme süreci'' de Kemal Bey'in bu yolu yürürken elinde tuttuğu narin bir çiçekti. O çiçek ki, makul yolun bir sembolüydü. Ama artık ne o çiçek var ne de sembolize ettiği değer ayakta kalabildi.

Türkiye'de son dönemde ''anlamamak'' olarak inat edilen yegâne konu. 6'lı Masanın, HDP'nin birinci turda ve Zafer Partisi'nin de ikinci turda desteğini alarak cumhuriyet tarihinin en geniş kapsamlı mutabakatının çatı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, eşi benzeri olmayan bir linç kültürünün hedefi olmuş durumda. %1-2 fazla puan alınmış olsa, 6'lı masanın ne kadar doğru noktalara sirayet ettiği övüle övüle durulamayacaktı. Cumhuriyetin 100. Yılında, Recep Tayyip Erdoğan öyle bir galibiyet elde etti ki, muhalefette taş üstünde taş kalmadı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun yerel seçimlerden bu yana ilmek ilmek işlediği helalleşme süreci de, 6'lı masa mutabakatı da, diğer muhalefet partilerinin siyasi alanı da ağır bir tahribata uğradı, uğruyor.


Muhalefet, sahici bir hesaplaşmadan da kaçınca, çarşı pazar karıştı. Muhalefet partilerinin çoğu, masadan ''hesap'' ödemeden kalkmaya çalışıyor. Kemal Kılıçdaroğlu'na en ağır darbeyi vuranın, ''hesap'' ödemeyeceği sanrısı, muhalefetin son dönemdeki hastalığı halini almış durumda. Bu hastalıklı tepki ki, halkta geniş bir karşılık bulmaktan da uzak. Sosyal medyada istikrarlı bir şekilde köpürtülüyor olsa da sürecin samimiyetsizliği, geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesine büyük bir engel.


Bu büyük mağlubiyet ana muhalefet partisinde de derin bir çatlakla sonuçlandı. CHP içerisindeki iç savaşın değişimciler ayağında öne çıkan isimlerden Muharrem Erkek, 6'lı Masa'nın 5 komisyonundan 2'sinde CHP'yi temsil ediyordu ve en önemli savunucularındandı. Gene değişimcilerden Özgür Özel, söz aldığı her imkanda, 6'lı Masa'yı övmeden söze başlamıyordu, Bülent Tezcan ise ön seçimi, CHP tüzüğünden kaldırmayı sunarak, tüzüğün anti-demokratik bir hal almasını sağlayan kişi değil miydi? Değişim iddiasıyla siyaset kurmaya çalışanlar, hal-i hazırda değişim talep ettikleri tüm süreç yönetiminde, yetki ve etki sahibi değil miydi zaten?


Siyaset, yalan değildir, aldatma değildir, en güçlü güveni oluşturanın kazandığı bir oyundur. Bu güven, mükemmel olmak zorunda da değildir ''en'' olması onu galibiyete taşır. Değişimcilerin yalan söylediğini iddia etmiyorum ama güven oluşturma konusunda hızlı söylem değişikliklerini, ben kafamda oturtamadım. Oyunu, beklentisinin altında artıran bir partinin mensupları, bunu sorgulayabilir ve elbette ki tepki gösterebilir. Değişim iddiasının rasyonelite zeminine oturduğu alanlar da mevcut, en azından sonuç tespiti mevcut. Başarı gösterememiş bir parti var ama neden?


Bu yazının yazılma sebebi de aslında bu. Konumuza giremeden önce oldukça fazla kelam ettim çünkü süreci biraz olsun özetlemek, yoğun dezenformasyona ve manipülasyona maruz kalındığı bir ortamda, okuyuculara soluklanma imkanı sağlasın istedim. Delege sayılarına varıncaya kadar her taraf, taraftarlık yapmaktan hiç geri durmuyor.


Bir ülke hayal edelim, ülkede 100 kişi yaşıyor olsun ve siz de bu ülkede bir siyasetçi olun. Bir önceki seçimlerde 51 kişinin oyunu almış ülkenin bir diğer lideriyle büyük bir münakaşa yaşamanıza dair kum saati doluyor ve bir kötü haberim daha var, sizin oyunuz 49 da değil. Ne yapardınız? Birden fazla senaryo var ama en makulu şu değil mi, 49'un tamamına yakınının oyunu kazanmak, kazanılamayanların yerine de 51'in olduğu taraftan en kötü 4-5 kişinin oyunu daha almak? Bu basit ütopyamızda, makul yolun yürüyenler ve ''49'da debelenelim ama bağıra bağıra kaybedelim'' yolu yürüyenleri var. Kemal Kılıçdaroğlu, makul yolu yürüyenlerdendi.


Müzmin muhaliflerin ağır eleştiri yağmuruna tuttuğu ''helalleşme süreci'' de Kemal Bey'in bu yolu yürürken elinde tuttuğu narin bir çiçekti. O çiçek ki, makul yolun bir sembolüydü. Ama artık ne o çiçek var ne de sembolize ettiği değer ayakta kalabildi. Ali Babacan’ın da dediği gibi; ‘’Vatandaşlarımız her fırsatta eski alışkanlıklarına koşup seçmeni aşağılayanlara, ‘muhafazakardan demokrat olmaz.’ diyerek koskoca bir kitleyi haksızca yaftalayanlara güvenmedi.’’ bu ifadelerden, muhalefetin samimi olmaktan uzak dilinin özeti var.


Kemal Kılıçdaroğlu bu sürecin mutlak kahramanı değil, süreç içerisinde birçok hayati hata da yaptı ama bir kesimin iddia ettiği gibi, o çiçeği elinde tutması, o hatalardan birisi değildi. Muhalefetteki tartışma temel olarak çiçek etrafında şekilleniyor. Çiçeği savunanlar, çiçekten nefret edenler.


Tabi bir de çiçeği elinde tutanın yanlış kişi olduğunu savunanlar var. Çiçekten nefret edenlerin kimliğini saklamak için, çiçeği elinde tutanın yanlış kişi olduğunu iddia edenlerin arasına sızmaya çalıştığını, bu süreci ele alırken titizlikle değerlendirmeli ve atlamamalıyız. Çiçeği savunanlar ve nefret edenler konusunu matematik bilimine havale ediyorum, sayılar yalan konuşmaz, yalanlarınıza alet etmediğiniz müddetçe.


Kimin aday olması gerektiğini tartışanlar kötü niyetli olmasa da cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşeli. Bu tartışma, aday belirlendiğinde, imajının tahribatının yüksek bir şekilde başlamasına neden oldu. Kemal Bey’in adaylığı açıklandığında çok yıpratılmıştı zaten. 6’lı Masa’nın en potansiyelli adayını sürekli olarak itibarsızlaştırmak, safi zarardan başka hiçbir şeye neden olmadı.


Ben, seçimin 3-6 Mart Krizi’nde fiili olarak kaybedildiğine inananlardanım. Bu arada 6’lı Masa’nın aday belirlemeyi en sona bırakmasının doğru olduğunu yürekten inanıyorum, yanlış bulduğum şey ise şu, en sona bırakılan bu süreç, seçime bu kadar yakın olmamalıydı. Masayı deviren Meral Akşener, tüm 6’lı Masa süreci boyunca medyada elde ettiği her fırsatta ‘’kaybedecek aday’’ yakıştırmasıyla Kemal Bey’in adaylığına karşı olduğunu belirtiyordu. Bu yoğun itirazına rağmen, siyasi emrivaki ile bu kadar büyük bir olayı çözmeye çalışmak her şeyi mahvetti. Toplumda zor zahmet oluşturulan güven algısını tuzla buz etti. 6’lı Masa, yekpare görüntüsünü derin krizler topluluğuna bıraktı. Meral Akşener masayı devirdiyse de, Meral Akşener’e hiçbir hareket alanı tanınmaması zorunluluğunun oluşturulması da bir o kadar problemlidir. Lakin bu ''problem'' Meral Hanım'ın kendini gerçekleştiren kehanetin bir numaralı savunucusu olduğunu gerçeğini sarsamaz bile.


Velhasıl kelam, kendisini tüm süreçten soyutlamaya çalışanların tutarlılığını iyi irdelemeli . Bu karışık zamanda, samimiyeti pusula edinenleri izlemek, bizi aydınlığa elbet çıkaracaktır.


Comments


bottom of page