“all work and no play makes jack a dull boy”
“all work and no play mmakes jack a dull boy”
“all work and no play ma es jack a dull boy”

Stanley Kubrick’in Doğumu ve Yaşamı:
Stanley Kubrick, 26 Temmuz 1928 tarihinde New York’ta (Bronx) doğmuştur. Yahudi asıllı bir Amerikan olarak sinema kariyerinde mükemmeliyetçiliği ve gerçekçiliğiyle adından söz ettirmiştir. Henüz genç yaşlarda fotoğrafçılıkla ilgilenmeye başlamıştır. Fotoğrafçılık alanındaki merakı sinema kariyerini de şekilkendirmiştir. Çocukluk yıllarında çevresi tarafından çok zeki bir çocuk olarak nitelendirildi ancak okul hayatında hiçbir zaman başarılı olamadı ya da tercihen olmak istemedi desek daha doğru olur. Stanley Kubrick bu durumu şöyle açıklıyor; “Bence okullarda yapılan en büyük yanlış, çocukları korkuyla motive ederek bir şey öğretmeye çalışmaktır. Not alma korkusu, sınıfta kalma korkusu gibi. Bir konuya ilgi duyarak öğrenmek ile, korku ile bir şeyi öğrenmek arasında nükleer bir patlama ile bir kıvılcım kadar fark vardır.” S. Kubrick.
Babası ona ilk fotoğraf makinesini 13.yaş gününde hediye etti. Kubrick'in fotoğrafçılıkla ve aslında daha farklı bir bakış açısıyla ''görüntü'' ile tanışması bu şekilde oldu. Küçük Kubrick birçok fotoğraf çekti. New York'ta Look dergisine ilk fotoğrafını sattığında sadece 17 yaşındaydı! Fotoğrafçılık onun çok hoşuna gitmişti. Aynı yıl New York'da bir fotoğrafçının yanında asistan olarak çalıştı. Bu asistanlık çok uzun sürmedi çünkü daha önce fotoğrafını sattığı ''Look'' dergisinden teklif iş teklifi aldı. Kubrick okulla hiçbir zaman barışamadı. Birkaç kez sınava girmeyi denedi ancak puanı hiçbir üniversiteye yetmedi. Colombia Üniversitesi'nde misafir öğrenci olduğu zamanlar oldu. Bu süreçte okul hakkında düşünceleri netleşti ve okulla hiçbir şekilde bağ kuramadığını ve verilen 'şeyin' bir eğitim olmadığına kanaat getirdi. Kubrick bir fotoğrafçıydı. Ama ilerleyen yıllarda artık yönetmen olmak isteyen bir fotoğrafçı olacaktı!
1953 yılında 'Fear and Desire' adlı kısa filmini çekti. Ancak hiç memnuniyet duymadı. Hatta ilerleyen yıllarda bu memnuniyetsizlik durumu daha da arşa çıktı. Kubirck çevresinden; filmden hiçbir şekilde söz edilmemesini istedi. Ancak yine de sinemaya adım atmasından ötürü bu film birçok filminden değerlidir. Çünkü Kubrick'in mükemmelliyetçiliğini açıklayan en önemli durumlardan birisi de ''yanlışını görmek ve anlamaktır..'' Bu maalesef sinema dünyasında pek alışık olunmadık bir davranıştır. Yönetmenlerin birçoğu ortaya çıkarttıkları her şeyi harika olarak görmüşlerdir. Aslında sıradan yönetmenle usta yönetmen arasındaki fark da budur. Usta yönetmen her zaman her şeyi eleştirir. Ancak bu eleştiriye kendisini de dahil eder. Ancak sıradan yönetmenler kendileri dışında her şeyi eleştirirler. Ve Kubrick tam olarak usta bir yönetmendi! Hatta kelimenin tam manasıyla eşsizdi.
MÜKEMMELLİYETÇİLİĞİ
Tekrar, Tekrar, yine Tekrar
Kubrick mükemmelliyetçiliğinin yegane taşlarından birisi tekrardır. Tekrardan kasıt bir sahnenin defalarca çekilmesidir. Sinemada bu tekrar durumu oldukça olağan bir şeydir ancak Kubrick'in yaptığı tekrar hiç de olağan değildir. Tam şu an yönetmen olduğunuzu düşünün; bir settesiniz, her şeyden sorumlu olan sizsiniz. Belki yüzlerce belki binlerce insan orada sizin ağzınızdan çıkana bakıyor. Bir sahne çekeceksiniz, bir sahneyi kaç farklı şekilde çekebilirsiniz. 1 mi 2 mi 3 mü? Yazımda belli olan bir sahne maksimum 3 farklı şekilde çekilebilir. Çünkü her şeyi bellidir, apaçık ortadadır. Kubrick kendi planladığı sahneleri çekmiş üstüne bir de kendi zihninde de hiç planda olmayan anlık olarak aklına gelen kompozisyonları da çekmiş. Bunun tek ve basit bir amacı var. 'Hangisi daha iyiyse onu kullanırız' Evet amaç sadece bu. Bazı sahneleri yüzlerce kez çekip hiç kullanmadığı da olmuş. The Shining filmindeki meşhur 'baltayla kapı kırma' sahnesini tam 127 kez çekmiş ve aynı zamanda aynı sahneyi 7 farklı kompozisyonda çekmiş. The Shining filminde oyuncular bir hayli zorlanmış. Öyle bir zorluk ki filmde Wendy Torrance'i oynayan Shelley Duvall'ın artık sinirden ve stresten saçları dökülmeye başlamış. Çünkü Shelley'nin gerçeklikten bağının koptuğu anlar olmuş. Sonuç olarak oyuncular da robot değil. Bir olayın 127 kez gerçekleşmesi artık sizin o olaya inanmanızı sağlar. Sektör her ne olursa olsun. Hatta Shelley'nin filmin ortasında filmi bırakmak istediği o dönemin birkaç kaynadığında geçiyor. Doğrudur yanlıştır bilinmez. Ancak doğru olsa da çok şaşılacak bir durum değil. The Shining'in YouTube'da olan kamera arkası görüntülerini izlediğimde özellikle Shelley'ye çok üzülmüştüm. Jack Nicholson gibi bir metod oyuncusunun bile illallah ettiği anlar olmuş. Sonuç olarak ortaya çıkan esere baktığımızda gerilim türünün en güzide örneklerinden birini görüyoruz.

Satranca Düşkünlüğü
Kubrick’in en büyük hobisi satrançtı. Öyle ki kendisi ve filmleri hakkında yapılan sergilerde dahi satranç tahtası eksik olmazdı. Dr. Strangelove filminin setinde, çekim aralarında aktör George C. Scott ile sık sık satranç oynarlardı. Hatta yarım bırakmaları gerektiğinde tahtanın yanına “strict continuity, do not touch” yazan tabelalar bırakıyorlardı. Ünlü fizikçi Jeremy Bernstein da bir yazısında Kubrick ile 5 oyun oynadıklarını ve dördünü Kubrick’in kazandığını söylüyor. Bernstein’ın verdiği röportaja göre, eskiden oldukça yakın olan ikilinin arkadaşlığı Bersntein’ın A Clockwork Orange filmini beğenmediğini söylemesi üzerine sonlanmış.
Kubrick’in filmlerindeki başarısını da satranca olan düşkünlüğünü bağlamak mümkün. Zira yönetmenin filmleri onun satranç tahtaları gibiydi. Görüntü, müzik ve hareket ile piyonlarıymış gibi oynuyor, filmin sonunda ise izleyicisini mat ediyordu.

Altın Oran Kadrajlar
Altın Oran: Antik çağlardan beri denge ve güzellik unsuru olarak kabul edilmiş olan altın oran, fotoğrafı yatay ve dikey olarak 3'er eşit parçaya ayıran 4 çizgi çekip fotoğrafı toplamda 9 küçük parçaya ayırmak ve objeyi ilgi merkezi olan 4 ana noktadan birisine yerleştirmektir.
Kubrick çektiği her filmin hemen hemen her sahnesinde altın orana dikkat etmiş ve bunun hem görüntü anlamında hem de hikaye anlatıcılığının desteklenmesi açısından bir devrim olduğuna inanmıştır. Ve düşündüğü gibi de olmuştur. Çünkü Kubrick kullandığı altın oranlarda genellikle o andaki duyguyu seyirciye geçirmeyi hedeflemiştir. Bu konuya örnek vermek spoiler vermekle eş değer olacağından çok doğru olmayacaktır. Ancak detaylı olarak merak edenler için; Eyes Wide Shut ve The Shining filmlerinde altın oranla duygu geçirme örneği oldukça fazladır. Tüm olaylar kopmadan önce veya olayın tam ortasında kameraya atılan bakış/bakışlar aslında bize olayın derinlemesine hissedilmesini sağlar. Sinema ve dizi setleri genelde belli bir saat, gün şeklinde planlı bir şekilde ilerler. Tabii ki bu planlamaları umursamayan çok sayıda yönetmen vardır ancak Kubrick tüm bu yönetmenlere tozunu yutturmuştur desek yanlış söylemiş olmayız. ''Film çekimleri esnasında sahneleri yüzlerce kez tekrar çekmesiyle oyuncuları çıldırtan yönetmenin Guinness Rekorlar Kitabı’nda bir dünya rekoru bile mevcut. Son filmi olan Eyes Wide Shut‘ı aralıksız 400 günde çekmesi ona bu rekoru ve kontrol delisi unvanını kazandırmış olsa gerek.''

Kubrick Dosyaları
Stanley Kubrick, her filmi için yaptığı ve yaptırdığı titiz araştırmalarını da evinde saklarmış. O öldükten sonra evinde devasa kutular halinde, filmleriyle ilgili yaptırdığı araştırmalar bulunmuş. Yönetmen, Napoleon hakkında bir film çekmek istemiş bunun için tam 5 sene boyunca araştırma yapmış ancak 5 senenin sonunda filmi çekmekten vazgeçip tüm araştırmalarını rafa kaldırmış. Normalde şaşırılacak şeyler ancak konu Kubrick olduğunda açıkçası ben hiç de şaşırmıyorum.

Sembolizm ve Realizm'e Verdiği Önem
Kubrick'in filmlerinde çokça semboller, arketipler, metaforlar, tablolar görürürüz. Hatta bana göre hiçbir hikaye anlatılmasa sadece kadrajlardan oluşan bir film olsa bile ben gözümü ayırmadan saatlerce izlerim. Çünkü Kubrick'in kadrajları çok çok başarılıdır. Herkes yönetmen olabilir, görüntü yönetmeni de olabilir. Ancak bunların hiçbirisi tek başına yeterli değildir. Kubrick, kadrajlarını öylesine derin imgelerle, sembollerle süslemiştir ki resmen var olan hikayenin yanında bir hikaye daha belirir. The Shining filminde, filmin henüz ilk çeyreğinde bir sahnede aslında filmin sonunu açıklıyor! Bunu tabii ki aleni bir şekilde yapmıyor. Sembolizmle ve imgelerle yapıyor. Veya yaklaşan bir tehlikeyi sembolleri kullanarak önceden haber veriyor. Tüm bu bahsettiklerim genellikle çoğu insan tarafından anlaşılmıyor ve bir grup insanın da 'saçma' olarak yorumladığı şeyler oluyor. Ancak Kubrick gibi bir yönetmen hiçbir filminde hiçbir sahneyi boşa kullanmamıştır. Aslında burada asıl konu Kubrick de değil. Örnek veriyorum Ahmet adında bir yönetmen de çok mükemmelliyetçidir çekeceği her şeyi zihninde planlamıştır, ölçüp biçmiştir ve sonuç olarak Ahmet de başarılı olur! Burada asıl durum; bizim de konumuz olan mükemmelliyetçilik.
Kubrick'in filmlerinde genellikle karakterlerin karanlık yönlerini görürüz. Sıradan ve tatlı bir hikaye gibi başlar ancak filmin finalinde bizleri resmen alt üst eder. Burada Kubrick'in realizmi ana etkenlerden biridir. Zihninde oluşturduğu her karakteri derinlemesine araştırır ve gerçek hayattaki gibi olana kadar araştırmaya ve geliştirmeye devam eder. Bu realizmin bir boyutudur. Diğer bir boyutu da kameranın karşısındaki realizmdir. Dönem filmi çekiyorsa kamera karşısındaki her şey o döneme uygun olur veya bir katili izleyeceksek gerçekte bir katil birini nasıl öldürüyorsa Kubrick'in filminde de onu görürüz, en azından hissederiz. Kubrick, Barry Lyndon filminde NASA'ya filminde kullanılmak için özel lens yaptırıyor. Evet bu gerçek. Filmin karanlık sahneleri var bunlardan en önemlisi mum ışığında çekilen bir sahne. Bu sahne için çekim alanının hepsini mumla kaplıyor ancak kadrajda görünen mum sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Kubrick bizim izlediğimiz mumlu sahnedeki görüntüye ulaşana kadar çok cefa çekiyor. Çekim alanını yüzlerce mumla kapladığı halde ortaya çıkan görüntüyü beğenmiyor. Ve o yıllarda diyaframı çok çok çok düşük olan bir lensi NASA'ya yaptırıyor. Bu olay o yıllarda çok konuşuluyor. Ancak Kubrick konuşulanlardan bihaber şekilde zihnindeki sahneyi çekip diğer sahnelerin çekimine devam ediyor. Gerçekten enteresan bir adam.

Sonuç
Kubrick'in mükemmelliyetçiliği aslında çok çok uzun bir konudur. Anlat anlat bitmez denilen türlerden bir konudur. Ancak genel hatlarıyla bu şekildedir. Gerçekten işini tutkuyla yapan, işinin her milimine önem veren bir insanın filmlerini izleyebilmemiz büyük bir şans. Keşke daha fazla filmi olsa da izlesek!
Bu yazıyı sizlerle buluşturmama ön ayak olan ve bünyesinde yazarlık yaptığım tüm Polletika ekibine teşekkür ederim. Umuyorum ki yazıdan yazıya daha çok şey öğreneceğiz. Her şeyden önce keyif alsak da yeterli :) Okuduğunuz için teşekkür ederim. İlerleyen yazılarda görüşmek dileğiyle.
Comments