top of page

PKK KENDİSİNİ FESHEDECEK Mİ?

Yazarın fotoğrafı: Ali Yağız BaltacıAli Yağız Baltacı

Kurucu ideolojiye göre İmparatorluğun Küçük Asya ve Doğu Trakya’da kalan topraklarında yaşamaya devam eden tüm Müslümanların “Türk” oldukları kabul ve tasdik edildi. Kürtler bu çatıyı kendi kimliklerine yönelik bir haksızlık olarak kabul etti ve 1970’lerden itibaren ayrılıkçı isyan hareketleri baş gösterdi.

Abdullah Öcalan’ın beklenen açıklaması geldi.


Açıkça kurucusu ve lideri olduğu PKK’ya kendisini feshetme çağrısı yaptı.


Öcalan bu metinde kendisi ve hareketi için imtiyazlar istemedi. Silahlı mücadele ve ayrılıkçılık hedefinin günümüzde karşılığı olmadığını ifade etti. Bu saptamalar genel olarak memnuniyetle karşılandı.


Resmi açıklama sonrası Sırrı Süreyya Önder’in sözleriyse aslında en kritik noktaydı:


"Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir”


Bu ifadelerin herkesin anlayacağı basitleştirilmiş hali şu:


"PKK lağvediliyorsa burada devletin de karşılık vermesi ve PKK'nın var olma sebebini ortadan kaldıracak hukuki ve siyasi adımları atması gerekir"


Daha da fazla basitleştirelim:


"Kimse somut adımlar atılmadan PKK ve Kürtlerden kendi mücadelelerini yok etmelerini beklemesin"


Şimdi tam da burada gelelim 100 puanlık soruya:


Nedir bu somut adımlar?


Kürt Meselesi çözülebilir mi?


Lafı hiç allayıp pullamadan en net şekilde ifade edelim:


Kürt Meselesi’nin tarihsel bağlamda çözümü Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde mümkün değil.


Zira Türkiye bir ulus devlet olarak kuruldu.


Ulus devletlerin en temel ilkesi olan çatı ulus ise “Türklük” olarak kabul edildi.


101 yıl sonra kuruluş ilkelerinin değişmesi ülkenin isminin ve temel niteliklerinin değişmesi anlamına gelir ki böyle bir değişikliğe tevessül edilebileceğini öngörmüyorum.


Peki, ülkenin ismi ve kuruluş prensipleri değişmeden hangi adımlar atılabilir?


Kurucu ideolojiye göre İmparatorluğun Küçük Asya ve Doğu Trakya’da kalan topraklarında yaşamaya devam eden tüm Müslümanların “Türk” oldukları kabul ve tasdik edildi.


İmparatorluğun bu topraklarda kalan Gayrimüslim tebaası için Lozan’da özel maddeler yazılırken Müslümanlar için ayrı bir statü belirlenmedi.


Böylece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Türkmen, Kürt, Arap, Çerkes, Arnavut, Boşnak, Gürcü vs.. tüm Müslüman vatandaşlar Türk Vatandaşı olarak bu çatının unsurları oldular.


Kürtler bu çatıyı kendi kimliklerine yönelik bir haksızlık olarak kabul etti ve 1970’lerden itibaren ayrılıkçı isyan hareketleri baş gösterdi.


Kürtlerin tarihsel tezi şu:


“Biz Lozan’da yok sayıldık. Ulus Devlet anlayışı bizi yok hükmünde gördü ve Türk kimliğini bize dayattı. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bir Kürt’üz ve ulusal tanımımızın Devlet tarafından da tanınmasını istiyoruz.”


Günümüzde ise Kürtlerin temel beklentilerini şu esaslar oluşturuyor:


* Kürt Dili ve Kürt Kimliğini’nin Anayasal güvenceye alınması. Resmen tanınması. Vatandaşlık tanımının değişmesi. “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk’tür” ifadesinin tekrar yazılması.


* Anadilde eğitim, genel af, Kürtçenin yaygınlaştırılması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.


Bu iki başlığın altını doldurabiliriz.


Peki bu değişiklikler Türkiye’de kabul görebilir mi?


Esas mesele de burada başlıyor.


Kürt kimliği ve Kürt dilinin, Anayasa’da Türk kelimesiyle birlikte kullanılması doğrudan ulus devlet prensibinin çiğnenmesi anlamına gelir ki bu durumda ülkede milyonlarla ifade edilen nüfuslara sahip olan Çerkez ve Arap toplumları için de benzer bir talep haklı olarak ortaya çıkabilir.


Bunun kaçınılmaz sonu da federatif, çok milletli devlet sistemidir.


Buna karşı tepkiler ve sosyal dalgalanmalar da kuşkusuz gelecektir.


Anayasa ve Kürt kimliğine dair olsası adımları şimdilik bir kenara bırakıp gelelim Öcalan’ın çağrısının PKK üstünde oluşturacağı yansımaya….


PKK Terör Örgütü 40 yıldır faaliyet gösteriyor.


Yüz binlerce insanı bilfiil bünyesine katmayı başarmış, on binlerce militanını kaybetmiş, neredeyse her üç Kürt evinden birinden bir kişiyi etkileyip saflarına katmış, uluslararası bağlantılar oluşturmuş, çevre ülkelere ve diasporaya yayılmış, milyarlarca dolarlık bütçeler yönetmiş, ticari ve küresel çıkar gruplarıyla yakınlıklar kurmuş büyük bir organizasyon.


Böyle bir organizasyonun herhangi bir kazanım elde etmeden 26 yıldır sahadan kopuk durumda olan, devletin bir enstrümanı haline gelen Abdullah Öcalan’ın sözleriyle kendisini imha etmesi ve dağılması en romantik zihinlerde bile gerçekçi bulunmayacaktır.

Ayrıca şu da dikkatlerden kaçmamalı:


PKK zaten kendi saha kadrolarını çok önemli ölçüde Suriye'ye kaydırdı. Bugün Suriye'de PKK (elbette YPG-PYD oluşumlarından bahsediyoruz) Suriye Demokratik Güçleri çatısı altında uluslararası bir aktör konumunda. ABD ve İsrail'in de Suriye'deki en önemli müttefikleri. Bu grupların Öcalan'a kendilerini doğrudan bağlı hissettiklerini zannetmiyorum. Öyle hissetseler bile yol haritalarını belirlerken rehber olarak kabul edecekleri kişi Öcalan değil.


Belli ki romantizmi bozmamak için Resmi açıklamada ifade edilmedi ama Sırrı Süreyya Önder epey ağdalı bir dille de olsa bu gerçeğin pratikte olmazsa olmaz olduğunu kaydetti.


Sürecin ete kemiğe büründürülmesi bir noktadan sonra zaruriyet olacaktır.

Aksi takdirde karşılıklı iyi niyet mesajlarından ve günlük siyaseti domine eden gündemler olmaktan öteye gidemeyecektir.

Comments


bottom of page