
ASLINDA NE ?
Vahşet mi? Ekosistem mi? Bir şeyin hak veya haksızlık olduğuna dair karar mekanizması nasıl sağlanır? Bir ölüm nasıl olur da yas tutulmasına, bir ölüm nasıl olur da kutlamaya değer görülür? Bir ölüm, birilerinin hüznü iken birilerinin zafer nişanesi haline nasıl gelebilir? Vahşet, vicdani temellere nasıl oturtulabilir? Beraber biraz sorgulamaya ve düşünmeye ne dersiniz?
İNANÇ VE AİDİYET AÇLIĞI
Fıtratımız itibarıyla insanoğlu olarak inanmaya ve aidiyet hissetmeye o kadar açız ki, temel hak ve ihtiyaçlarımızında önüne geçiririz bu kavramları. Yeme, içme, barınma, hürriyet ve hatta yaşam hakkımızı bile kendi rızamızla feda edebiliriz. Yazının icadı öncesi, Antik Çağlar ve günümüzde de insanoğlu çeşitli inançlara bağlılık duymuştur. Değişmeyen tek şey, kendi inancında kendine haklı sebepler öne sürerek diğer inançların iddialarını çürütmek ve mensuplarına saldırmayı nihai hedef olarak benimsemektir.
TARAFSIZLIK İLE İRDELEME
Biz burada tarafsızlık ilkemizden ödün vermeden, hiçbir aidiyet duygusu hissetmeden, bu değerlere sahipsek bile bu konuyu sizlere sunma sürecinde zihnimize gölge düşürecek her türlü etkenden arınarak burada olduğumuzu belirtmek isteriz. Konumuz bizim değil, toplumun tasarrufundadır. Herhangi bir yargı veya karar makamı olmadığımızın bilincinde olarak, sorgulama evresinin bilinçlenme evresi olduğu fikrinin ışığında insanlık olarak insan yaşamı üzerinden nasıl bir çıkar sağlayabiliriz, bunu düşünmek gayesindeyiz.
RİTÜEL CİNAYETLER
Günümüzün, sık karşılaşılmasa da problem olmaya devam eden, uygulanış amaç ve şekli itibarıyla toplumun sosyal bakış açısından uzun zaman önce çıkmış ve lanetlenmiş bir hal alan ritüel cinayetler meselesine değinmek istiyorum. Özellikle "ritüel cinayet" diye isimlendirmek istiyorum; çünkü kurban vermek ya da adak gibi isimlendirmelerle bu vahşeti insan psikolojisinde meşru bir zemine oturtmanın ve makul çağrışımlara sebep olmanın bir parçası olmak istemem.
NASIL SORGULANMALI?
Bu durumlarda sorgulamanın önemi ve yöntemi oldukça mühimdir. Mevcut koşullar ve yakın süreçte yaşanan acı olaylar üzerine kişilerin yaptığı sorgular genelde, "Bir insan bir insana bunu nasıl reva görebilir?" şeklindedir. "Böyle sapkın, çılgınlık ve vahşet içeren inançlara nasıl aldanırlar?" diye yakınıp sorguladığınızı duyar gibiyim. Bu sorguların karşılığını, tüm inandığımız her şeyi bir kenara bırakıp düşündüğümüzde ancak idrak edebiliriz. Birçok kaynakta adı geçen, bazı kesimlerde abartılı ve efsanevi olduğu söylenen, bazı kesimlerin ise doğru kabul edip benimsediği Hasan Sabbah, Alamut Kalesi ve Haşhaşiler, inanma ve teslimiyetin güzel bir örneği olacaktır.
İNANÇ VE AİDİYETİN KUDRETİ - HAŞHAŞİLER
Rivayet odur ki, Hasan Sabbah, müritlerine suikast eylemlerine gitmeden önce uyuşturucu (genellikle haşhaş) veriyor ve onları güzel bir bahçeye (cennete benzetilen bir yer) götürüyordu. Burada müritler, sarhoş bir halde güzel kadınlarla ve lüksle çevrili bir ortamda zaman geçiriyorlardı. Hasan Sabbah daha sonra, bu deneyimin onlara cennetin bir parçası olduğunu ve kendisine tamamen bağlı kalırlarsa öldükten sonra bu cennete geri döneceklerini söylüyordu. Bu fanatiklik ve motivasyonla, müritleri hiç çekinmeden öldürüyor ve ölüme koşuyorlardı. Azınlık olmalarına rağmen, Selçuklular, Haçlılar ve çevrelerindeki irili ufaklı devletlerin korkulu rüyası haline gelebiliyorlardı.
İNANCIN TOPLUMA ETKİSİ
Farklı türdeki inançların tamamının ikna edici bir dayanağı hep olmuştur ve bu inançlar özelinde, toplumu ve bireyi eyleme geçirecek bir takım emirler, öğütler, kurallar ve isteklere yer verilmiştir. Günümüzde bu olgular daha çok bireyin kendi inisiyatifine kalmış olsa da, bazı bölgelerde sıkı kurallar eşliğinde devam edebilmektedir. Ve bireyin yaşam hakkının değersizliği zaman zaman yüzümüze çarpmıştır tarihimizde. Tanrı tarafından kutsanmış hükümdarlar adına kurban edilen insanlar ve hükümdarın vefatının ardından, maiyetinin (cariyeler, hizmetliler, yardımcılar, köleler) beraberinde öldürülüp gömülmesine rastlarız tarihi kaynaklarda.
NEREDEN ALDILAR BU CESARETİ?
Ritüel cinayetleri işlemenin arkasındaki motivasyonlar genellikle şu şekildedir: Tanrıları yatıştırmak ve tanrıları memnun etmek, doğal felaketleri önlemek ya da bereketli hasatlar sağlamak başlıca sebepler olsa da, hükümdarın gücünü ve tanrılarla olan bağını pekiştiren bir araçtı. Ayrıca otorite sağlamak ve savaşa hazırlıkta verilen kurbanlar da bir amaca hizmet edebilmekteydi.
TANRILARI MEMNUN ETMEK İÇİN İŞLENEN CİNAYETLERİN ZAMAN İÇİNDE EVRİME UĞRAMASI VE İLKEL TOPLUMLAR
İlkel toplumlarda ritüel cinayetler doğrudan doğa ile bağlantılı inanç sistemlerine dayanıyordu. Bu dönemlerde doğa güçlerine tapınılır ve belirli ritüeller, doğa olaylarını kontrol etmek veya tanrıları memnun etmek için yapılırdı. İnsan kurbanı, tarım, bereket, savaş gibi konularda tanrılara adak sunma amacı taşıyordu. Bu tür ritüel cinayetler genellikle kabile veya topluluk liderleri tarafından yönetilirdi.
ANTİK ÇAĞ
Antik dönemlerde ritüel cinayetler daha organize hale geldi ve kurumsal dinlerle entegre oldu. Maya ve Aztek gibi medeniyetlerde kurbanlar, genellikle savaş esirlerinden ya da toplumun alt kademelerinden seçilirdi. Bu ritüeller, toplumun dini ve siyasi yapısının merkezindeydi ve tanrılara bağlılık göstermenin bir yolu olarak görülürdü.
Antik Mısır, Yunan ve Roma'da da farklı şekillerde ritüel kurban uygulamaları mevcuttu. Aztekler, Meksika’da kurdukları imparatorluk döneminde, en bilinen insan kurbanı uygulayıcıları arasında yer alır. Aztek inanışına göre tanrılar, dünyayı ayakta tutmak ve güneşin doğmasını sağlamak için sürekli enerjiye ihtiyaç duyuyorlardı. Bu enerjiyi sağlayacak en güçlü kaynak ise insan kanıydı.
Aztekler, özellikle güneş tanrısı Huitzilopochtli'ye insan kurban ederlerdi. Savaş esirleri, gönüllüler ya da toplumun farklı kesimlerinden insanlar, bu ritüellerin kurbanı olabiliyordu. Kurbanlar, tapınakların tepesinde rahipler tarafından kalpleri çıkarılarak tanrılara sunulurdu. Mayalarda kurbanlar, genellikle savaş esirlerinden ya da kölelerden seçilirdi. Kurbanın kanının yere dökülmesi, toprağın bereketlenmesi için gerekli görülürdü. İnkalar ise insan kurban etmede çocuklara büyük bir pay çıkarmış; capacocha adı verilen ritüel ile yüksek dağların zirvelerinde kurban edilen bu çocuklar, tanrıya verilen en değerli hediye olarak kabul edilirdi. Eski Mısır'da ise firavunlar tanrısal bir varlık olarak görüldüğünden, firavun ile hizmetçiler beraber öldürülüp gömülerek, bu insanların diğer boyutta firavuna hizmet edeceğine inanılırdı.
Eski Kelt toplumlarında, Hasır Adam adı verilen ritüelde, büyük bir hasır heykelinin içine insanlar ve hayvanlar konulup yakılırdı. Bu ritüel, tanrıları yatıştırmak ve toplumsal düzenin devamını sağlamak amacıyla yapılırdı. Bu dönemde, Amerika'dan Uzak Doğu’ya, Sibirya'dan Güney Afrika'ya kadar uzanan bütün bölgelerde kurulmuş farklı uygarlıklarda bu konu, farklı şekillerde işlenmiştir.
İBRAHİMİ DİNLERE ETKİSİ
Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i (İslam kaynaklarında) ya da oğlu İshak'ı (Yahudi-Hristiyan kaynaklarında) kurban etmek üzere olduğu bir süreçten bahsedilir ve Hz. İbrahim'in dinine bağlı olan Kureyş kabilesinden Hz. Muhammed'in dedesi Abdülmuttalib'in oğlunu adak olarak sunup, daha sonra kefaret ile süreci sonlandırdığı rivayet edilir.
BAZI FARKLAR
Fark etmiş olmalıyız ki, ilkel kabileler ve antik çağda bu ritüeller yaygın olsa da, ilkel kabileler kendi içlerinden bireyleri kurban vermekte sakınca görmeyecek bir sosyal ve psikolojik anlayışa sahiptiler. Antik çağdaki medeniyetlere baktığımızda ise daha organize ve daha kitlesel cinayetler işlenmiş bu ritüellerle. Fakat toplum, bu noktada kendi aralarında aidiyet hissettiği kimseler yerine, daha çok düşmanlar, esirler ve köleler üzerinde gerçekleştirebilmişlerdir ancak bu cinayete teşvik edici inançlarını. Meselenin kabul görülecek ve şikayet edilmeyecek bir şekle nasıl evrileceğini bu kıyasla algılayabilir miyiz?
ORTA ÇAĞ
Bu ritüellere yönelik yasakların yaygınlaştığı çağa bakalım biraz da. Yasaklanmış ve vazgeçilmiş mi? Yoksa yine bir evrime uğrayarak meşrulaştırılarak büyümüş mü?
Çeşitli dini metinlerde ve inanç sistemlerinde dinler, Tanrı'nın veya tanrıların isteği doğrultusunda gerçekleşen öldürme eylemlerine zaman zaman izin vermiş veya bunları teşvik etmiştir. Bu tür eylemler genellikle dini, ahlaki, toplumsal ya da siyasi sebeplerle meşrulaştırılmıştır. Tarih boyunca bu tür ölümler farklı bağlamlarda ortaya çıkmıştır. Orta Çağ'da, Hristiyanlık ve İslam gibi tek tanrılı dinlerin yükselmesiyle birlikte insan kurbanı ritüelleri genellikle yasaklandı ve kınandı. Ancak, cadı avları ve Engizisyon gibi dini mahkemeler aracılığıyla toplumsal kontrol sağlamak için kullanılan ritüel niteliğinde infazlar ortaya çıktı. Özellikle cadı avları sırasında birçok insan, kötü ruhlarla bağlantılı olduğu gerekçesiyle öldürüldü. Hristiyanlık inancındaki Engizisyon Mahkemesi eşliğinde, inancı sorgulayanlar ve inanca mensup olmayanlar bile idam edildi. İslam inancında ise, şeriat mahkemelerinde mürtedlik (dinden dönme) suçlamalarıyla infazlar gerçekleştirilmiştir. Daha büyük ve kitlesel ölümlere yol açacak şekilde evrilmesinde ise, Eski Ahit'te Yahudi ve Hristiyan kutsal metinlerinde Tanrı’nın belirli düşmanları yok etmeyi veya belirli ahlaki suçları cezalandırmak için ölüm cezası uygulanmasını emrettiği anlatılar vardır. Örneğin, Tanrı’nın İsrailoğullarına, Kenanlıları tamamen yok etmelerini emrettiği gibi. Ayrıca, vadedilmiş topraklar, cihat çağrıları, Haçlı Seferleri, kutsal savaşlar, mezhep çatışmaları gibi kavramlar, sayısız insanın ölümüne yol açmada en önemli etken olmuştur. Yasaklanmak ve lanetlenmek yerine günümüze kadar milyonlarca taraftar toplamayı başarmışlardır. Peki bu noktaya nasıl geldik? Nasıl kabul ettirdiler? İnsanların öldürülme gerekçeleri aşamalardan geçerek nasıl oldu da makul bir zemine oturtuldu?
GÜNÜMÜZDE NELER OLUYOR ?
Günümüzde bile, an itibariyle, Tanrı buyruğu zeminine dayandırılan vadedilmiş topraklar üzerinde binlerce insan vahşi bir şekilde katledilebiliyor. Uzun yıllar öncesinden bu yana bu inanışın, Fırat’tan Nil’e uzanan bu bölgeye huzur vermediğini söyleyebilir miyiz? Günümüzde ölümler, daha çok politik, etnik ve devlet çıkarları üzerinden yaşansa da sorgulamamız gereken şey: Cinayetlerin, katliamların ve zulümlerin, her defasında şekilden şekile giren gerekçelerle, algımızda sıradanlaşmış ve benimsenmiş bir hale nasıl gelmiş olmasıdır. Ayrıca değinmek isterim ki, bir suça ya da düşmanlığa karşılık idam gibi çözümler her tarihte ayrı ayrı belalara dönüşmüş, ilk uygulanışında adaleti sağlamış gibi bir imaj göstermişse de sonrasında felaketi beraberinde getirmiştir.
GELECEK!
Bazı belirtiler ışığında şunu sorabilir miyiz: gelecek zamanda bu tür gerekçelerin ilkelleştiği öne sürülerek, daha kabul edilebilir gerekçelerle, daha büyük çapta bir kitlesel imhaya başvurabilirler mi? Dünyanın en çok izlenen film serilerinden olan "Avengers" filmlerinin baş kötü karakteri Thanos'u örnek gösterecek olursak; bu karakterin motivasyon ve amacı, evrendeki kaynakların yetersiz olduğunu öne sürerek nüfusun yarısını ayrım gözetmeden yok etmesine karşılık, izleyici kitlesinin önemli bir kısmının bunu benimsemesi durumunu gözeterek, şimdiden alıştırma odaklı çalışmaların başladığını söyleyebilir miyiz? Bu yaşanılan ve yaşanması muhtemel şeyler... Vahşet mi? Denge mi? Ölümü normalleştirmeye dayalı her türlü algıyı kırmak mümkün müdür? Bu başarılırsa, sonuçları sizce ne olur?
Bu yazıda büyük bir emeği geçen sevgili Mehmet Küçük'e saygılarımla..
Comentários