top of page
Yazarın fotoğrafıFevzi Basara

SİNEMADAKİ BÜYÜK TÜKETİMSİZLİĞİMİZ

''Güzel sanatların bir dalı olan sinema, maalesef ki ülkemizde pek de güzel bir değer görmüyor.''

Eğer sinemasever bir bireyseniz; muhtemelen IMDb, Letterboxd gibi sosyal ağlarda zaman zaman vakit geçirirsiniz. 'Acaba bugün hangi filmi izlesem' , 'Acaba hangi diziye başlasam' sorularınızın cevabı için bu bahsettiğim ağlar oldukça başarılıdır. Çünkü bu sosyal ağlar, dünyanın her yerinden insanların önerilerini ve puanlarını görebildiğiniz, sizin de öneri ve puan verebildiğiniz ağlardır. Hatta çok da uzak olmayan bir tarihte; insanlar sosyal medyada 'IMDb Top 100' listesinden kaç film izlediklerini paylaşır ve buna göre sinema bilgilerini yarıştırırlardı. Aslında o zamanlar şahsi olarak bu muhabbetlerden çok irite olurdum ancak Türk sinemasının ve Türk sinema tüketicilerinin geldiği bu durumdan sonra o muhabbetlerin ne kadar değerli olduğunu anladım diyebilirim. Türkiye'de ortaya çıkarılan dizi ve filmler gerçekten akıl tutulması yaşatan cinsten. Tabii ki iyi filmler ve diziler de ortaya çıkarılıyor. Ancak 10 projenin 1 tanesi iyiyse 9 tanesi akıla, mantığa, her şeye ters ise 9 tanesini konuşmanın daha yerinde olduğunu düşünüyorum.


Türkiye'de gerçekten başarılı oyuncular ve yönetmenler var. Aslında konu bizim insanlarımızın tüketimsizliği. Hatırlayacaksınızdır; bir Çukur efsanesi vardı.. Tam olarak 4 sezon 131 bölüm boyunca yayın hayatına devam eden Çukur.. Yine hatırlayacaksınızdır; Çukur, yayın hayatı boyunca gerçekten çok iyi PR yapıp caddeleri sokakları, insanların üzerindeki tişörtleri, yüzükleri, kolyeleri, her yeri Çukur yapmıştı. Çok iyi bir dizi mi? Hayır. Hatta her bölümde saçmalıkların katlanarak arttığı bir diziydi. Bunu anlamanız için bölümleri izlemenize gerek bile yok. YouTube'da birkaç bölüm aralıklarla ilerleyerek kesitler izlediğinizde 'E yok artık bu kadarı da fazla değil mi ya?' diyorsunuz. En azından ben öyle dedim. 1 kişini 10 kişiyi alt ettiği düellolar, asla bitmeyen şarjörler, bir düşmanın yok edilmesinden sonra aniden bir yerden yeni bir düşmanın fışkırması gibi saçmalıklar dolu bir diziden bahsediyoruz. Aslında Çukur yayınlanmaya başlamadan önce; yönetmeni, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, aksiyon yönetmeni, oyuncuları hakkında ufak bir araştırma yapsanız 'bu baya iyi bir şeye benziyor, hemen çıksa da izlesek' diyebilirdiniz. Peki bu teknik ekip ve oyuncular iyi değiller mi? Yoksa bu projede mi böyle denk geldi? İki sorunun da cevabı hayır. Teknik ekip, sanat ekibi ve oyuncular gerçekten başarılı isimler.


Burada biraz kendimizi, Türk halkını sorgulamamız gerekiyor. Dizi, film yapımcıları ve yönetmenleri aslında tam olarak halkın istediği görsel ürünü ortaya çıkarıyor. Siz Çukur'u sevmiyor olabilirsiniz ama sizden sayıca daha fazla olan bir kitle Çukur'un delisi. Her hafta bekliyor, gün sayıyor, sahnelerini sosyal medyasında paylaşıyor. Başrolün taktığı yüzüğü, giydiği paltoyu alıyor. Hoşunuza gitse de gitmese de bu bir beğenidir. Bir ülkede ortaya çıkan sinemasal işlerin çoğunluğu o ülkede yaşayan halkın isteğine göre şekillenmektedir. Maalesef bizim ülkemizde eğitim seviyesi epey bir düşük. Hatta eğitimi iyi olan insanlar da bu bahsettiğimiz dizileri ve filmleri seyredebiliyor. Çünkü bizim ülkemizde herhangi bir sinema kültürü yok. Avrupa ülkelerinde yönetmenlerin bir kısmı 50-60 yıl önce film çekerek sinemada devrimsel nitelikte filmler ortaya çıkarmıştır. Fransız Yeni Dalgası, İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Alman Dışavurumculuğu gibi akımlarla dönem sinemasını bir nevi konsolide etmişlerdir. Bu akımlar birbirine zıt olarak ortaya çıkmış olsalar da yıllar sonra birbirleri ile bağlantılı oldukları ortaya çıkmıştır. Çünkü ikisinin birleşimi bir başka akımı doğurmuş veya bir tanesi ilerleyen yıllarda gerilim-korku türünü ortaya çıkarmış vs.

Türk sinemasında ise bu yıllarda neredeyse hiçbir ürün yoktu. Ortaya çıkarılan ürünlerde ise genellikle halkın beğenisi gözetiliyordu. Aslında günümüzden çok da farklı zamanlar değildi.


Ortaya çıkarmak istediğim sonuca gelirsek; Türkiye'deki sinemanın kötülüğü her ne kadar halkımızın eğitim seviyesiyle, sinema bilgisiyle veya ülkenin ekonomik sorunlarıyla alakalı olsa da bu durumun en büyük paydaşı bizim; iyi-kötü bir sinema kültürümüzün olmayışıdır. Arada Nuri Bilge Ceylan'lar, Zeki Demirkubuzlar çıkarabiliyoruz. Ancak bu isimlerin halk arasında yayılımı çok çok az seviyelerde. Sinema eğitimi verilen okullarda NBC ismini, ZD ismini ilk defa derste duyan öğrenciler var. Eğer 'sinemada tüketimsizlik' konusu bir pastaysa; bu pasta yüzde(%) olarak her gruba ayrılır. Halkımıza, bu işi üretenlere, bu işi yapmak isteyenlere şeklinde. Ama rasyonalist bir birey bu olayları iyi analiz edebilmelidir. Bu işi yapanlara tepki gösteriyorsak şunu bilmeliyiz; bu bir endüstri ve günün sonunda sanat ürettiğin kadar para da üretmelisin. Yani piyasaya oynamak zorundasın. O setlerde yüzlerce insan çalışıyor. Yüzlerce insan; yüzlerce ev, yüzlerce çocuk, yüzlerce cüzdan, yüzlerce mutfak, yüzlerce besin demek oluyor.


Eğer halka tepki gösteriyorsak; günümüz Türkiye koşullarında bir arkadaşınla bir mekanda oturup yemek yemenin, kahve içmenin bile matematik hesaplamalarına takıldığını bilmeliyiz. İnsanlar saatlerce çalışıyor. Dinlenmeye bile vakti olmayan insanlardan 'hadi sinemamıza değer katalım, gerçekten sanat yapalım ve bunu izleyelim' demek çok da realist değil. İnsanlar işinden gücünden geliyor koltuğuna oturuyor meyvesini kucağına alıyor ve televizyonunda zap yapıp o an hoşuna giden veya gitmeyen şeyi izliyor.

Deyim yerindeyse bu konu bir paradokstur. Türk sinema seyircileri yıllardır bu şekilde. Bu durum yeni ortaya çıkan bir durum değil ki hatadan hemen dönelim.


Ancak bazı avantajlar da var. Artık dijitalde işler artıyor. Türk dizileri ve filmleri de artık dijitalde boy gösteriyor. Hitap edilen kitle uluslararası ve Türkiye'deki seçkin izleyiciler olduğu için sinemada potansiyel devrimsel dönüşümün en büyük silahlarından biri de dijital olmuş durumda. Bunu iyi kullanmak gerekiyor. Çünkü yüksek prodüksiyonlarla çekilen işlerin çok kötü olma, düşük prodüksiyonlarla çekilen işlerin de çok iyi olma olasılığı var. Bilhassa Türk sinemasında; dijitalde doğru isimlerle çalışmak ve tabii ki bunun PR'ını uluslararası ve ulusal şekilde yürütmek epey elzem.


Türk sinemasında merakla beklediğim beni çok çok heyecanlandıran işler var. Göktürk Üçlemesi. Alper Çağlar, (Dağ filmlerinin yönetmeni, Börü dizilerinin yapımcısı) bir süre önce Türk tarihinin başlangıcının anlatıldığı 'Göktürk Üçlemesi' adında 3 serilik film üzerinde çalıştıklarını kamuoyuna duyurdu. Beni heyecanlandıran kısmı hem tarihimize dayalı doğru-düzgün bir sinema anlatımı olmaması hem de bunun bir dönem projesi olması. Eğer bu ülkede güzel bir dönem filmi çekilirse bizim uluslararası camiada da adımız geçmeye başlar. Çünkü dönem filmleri; oyunculuk, mekan, sanat yönetmenliği, ambiyans, özel efektler, açısından epey zorluklarla karşılaştığınız işlerdir. Sizler Türkiye'de çekilmiş, (ucuz tarih filmleri dışında) dönem filmi hatırlıyor musunuz bilmiyorum ama ben hatırlamıyorum. O yüzden umarım Göktürk Üçlemesi çok çok başarı sağlar. Açıkçası izlediğim en basit hikayeli bir Amerikan filminde bile 'Amerika en büyük güçtür' enjeksiyonundan çok sıkıldım. Süper kahraman filminde bile (gerçekle alakası olmayan bir hikaye) filmin sonunda Amerikan bayrağı dalgalandırıp 'dünyayı Amerika kurtarır' algısı tamamen hastalıklı bir algıdır. Sovyetler döneminde başlayan 'hadi filmlerde ülkemizi ilah yapalım' dönemi umarım bir an önce sona erer. Sadece tarih filmi çekmek ve bunu insanlara izletmek zor değil. Yazımın sonuna gelirken Türk sinemasının, Türk halkının çok çok iyi yerlerde olmasını diliyorum..

Comments


bottom of page