top of page

SURİYE, RUANDA OLUR MU?

Yazarın fotoğrafı: Ali Yağız BaltacıAli Yağız Baltacı

Çok uzun yıllar Arap Alevisi bir ailenin hükümranlığında yönetilen Suriye'de artık yeni bir rejim ve iktidar kuruluyor. Tıpkı Ruanda'daki Tutsiler gibi Suriye'deki Aleviler de ülkede azınlık olmalarına rağmen uzun yıllar ülkedeki iktidarı ve bürokrasiyi ellerinde tutmayı başarmışlardı. Şimdi artık iktidar, öfkeli çoğunluğun elinde.

Afrika ülkesi Ruanda'da 1994 yılında yaşanan soykırımda 1 milyonun üstünde insan korkunç bir şekilde yaşamını yitirmişti.


Popüler kültürde çekilen filmlerde, hazırlanan belgesellerle yüzeysel bir anlatımla hatırlanan bu korkunç soykırım, hiç kuşkusuz Avrupa ya da Amerika kıtasında yaşansaydı, yakın tarihin en korkunç hadisesi olarak akıllara kazınırdı.


Bu soykırımın perde arkasında kalan ve şeytanları bile utandıracak sinsizliği çok az kişi biliyor.


Fransa ve Belçika tarafından 1920'lerden itibaren sömürülmeye başlayan Ruanda'da; yerlilere kahve tarlalarında çalışma zorunluluğu getirilir.


Sömürgeciler, ülkede kendilerine karşı oluşabilecek bağımsızlık isyanlarına karşı, Ruanda'yı bölmek ve iç karışıklıklara yol açacak formül de bulurlar.


Buldukları o formül on yıllar sonra yaşanacak korkunç bir soykırımın temellerini inşa edecektir. Ancak Ruanda bu düzen için uygun bir ülke değildir, çünkü ülkede farklı dini, ırki, etnik ya da sınıfsal gruplar yoktur.


Belçika, gelecekte 1 milyon insanın yaşamına mal olacak ‘projeye göre’ Ruandalıları Tutsi ve Hutu olarak ikiye ayırır. Hiçbir farkları olmayan; aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan olan insanların ayrıştırılması kolay olmaz, ancak Belçika bunu bir şekilde başarır.

Hatta ayrışan sınıflar arasındaki çizgilerin keskin olması için birbirlerine kin duymaları sağlanmak istenir. Tutsilere; kendilerinin uzun boylu, zarif bedenli, güzel çehreye sahip insanlar oldukları ve atalarının Ruanda'ya çok daha önceleri geldiği anlatılır.


Hutulara ise Tutsilerin Avrupalılarla işbirliğı yapan, yalan söyleyen, güvenilmez, vatan hainleri oldukları propagandası yapılır. Ayrışma yapılırken ülkedeki her 10 kişiden 9'u Hutu sınıfına, 1'i ise Tutsi sınıfına kaydedilir.


Orandan da anlaşılacağı üzere ülkenin yönetimi azınlık olan Tutsilere bırakılacaktır, böylece ülkede çoğunluğu oluşturan Hutularla bitmeyen bir kaos hakim kılınacak ve Belçikalıların başını ağrıtan bir dirlik sağlanamayacaktır.


1930'larda ülke nüfusunun neredeyse tamamı okuma-yazma bilmemesine rağmen Belçika'dan dev gemilerle kağıt ve mürekkep Ruanda'ya getirilir. Burada amaçlanan her Ruanda vatandaşının asıl kimliği olan Tutsi ya da Hutu aidiyetini alenileştirmektir.

Her Ruanda vatandaşına kaybetmeleri halinde ölüm cezasına çarptırılacakları söylenen kimlik kartları dağıtılır. Hutuların kimlik kartları yeşil, Tutsilerinki ise kırmızıdır. Bu kartların her iki taraf için de boyunda asılı olarak taşınması zorunlu kılınmıştır.


1940'larda Belçika ve Fransa yönetimi Tutsilere emanet ederek Ruanda'dan tamamen çekilmiştir. Onlar, diğer Avrupalılarla birlikte altın, elmas, petrol ve uranyum kaynakları olan sömürgeleriyle ilgilenirken Ruanda'da iki sınıf arasında günden güne şiddetlenen çatışmalar yaşanma başlar.


Belçikalılar tarafından parasal olarak desteklenen ve nüfusun %10'unu oluşturan Tutsiler, çoğunluğu oluşturan Hutulara büyük baskı kurar. Ruanda'da Hutuların çalıştırıldığı, işkence gördüğü ve genç yaşta öldüğü; Tutsilerin ise imtiyazlardan yararlandığı düzen her geçen gün güçlenir.


Çoğunluğu oluşturan Hutular çeşitli defalar ayaklanır ancak Belçika'nın desteğini alan Tutsiler her isyanı kanlı şekilde bastırmayı başarır. 1990'lara gelinceye kadar ülkede kısa süreli Hutu hakimiyeti kurulsa da, son sözü söyleyen daima Belçika ve Fransa destekli Tutsiler olur.


1990'larda Afrika'daki çoğu maden tükenir ya da madenlerin işletme maliyeti artar. Komünizm'in yıkılmasının ardından ucuz madenleri doğu Avrupa’dan elde eden Avrupalılar için Afrika önemini yitirir ve Belçikalılar Ruanda ile birlikte bütün kıtadaki varlığına son verme kararı alır.


Belçikalıların çekilmesinin ardından ülkede çoğunluğu oluşturan Hutular kısa sürede yönetimi ele geçirir ve Tutsilere karşı vahşi bir kıyıma girişirler.


Hutu liderleri 60 yıllık birikimin sonucu olarak "derhal böcek avına başlanmasını", yani bütün Tutsilerin görüldükleri yerde öldürülmelerini bildiri olarak yayınlarlar. Bunun üzerine sokaklara dökülen milyonlarca Hutu, öldürmek için Tutsi aramaya koyulur.

Hutuların, silah sahibi olacak kadar dahi paraları olmadığı için Tutsiler önce boğularak öldürülür, ancak boğarak öldürme yöntemi fazla efor gerektirdiği ve bu yöntemle az sayıda Tutsi öldürülebildiği için farklı bir yol aranır.


Bu esnada Fransız tüccarlar Tutsilerden yağmaladıkları paralar karşılığında Hutulara satmak üzere Ruanda'ya gemilerle Çinden temin ettikleri ucuz balta, satır ve palaları getirirler.


Ateşli silahların satılması tüccarlar için çeşitli kısıtlamalara tabi olmasına rağmen balta, satır ve palaların satılması için hiç bir sakınca yoktur, bu nedenle Çin'den Ruanda'ya getirilmeleri çok kolay gerçekleşir.


Bu durumdan istifade eden Fransız girişimciler(!) Ruandalı Hutulara sadece 6 ay içinde 5 milyondan fazla balta ve satır satarlar.


Fransızların ülkeye soktuğu balta ve satırlarla yaklaşık 100 günde 1 milyona yakın Tutsi Hutular tarafından diri diri kesilerek öldürülür.


Ülkede ateşli silah sayısı çok az ve kurşun bulmak zor olduğu için kurşunla acı çekmeden ölmek ancak şanslı Tutsilerin erişebildiği bir şeydir.


Yakalanan Tutsilerden pala ya da baltayla değil, kurşunla öldürülmeleri için ekstra para istenir. Bu parayı ödeyen Tutsiler kesilerek değil, kurşunlanarak öldürülür.


Ülkede öldürülmeyi bekleyen Tutsi sayısı o kadar fazladır ki 5 milyon satır ve balta ile dört yana dağılan Hutular hepsine yetişemezler, bu nedenle canlı yakalanan Tutsilerin kaçmamamaları ve sıraları gelinceye kadar beklemeleri için aşil tendonları kesilir.

Gömülmeksizin öldürülen yüzbinlerce insandan ötürü tüm sokaklar cesetlerle dolar. Cesetler gömülmediği için tifo, kolera ve dizanteri gibi bir çok salgın hastalık türer.Bu esnada Ruanda meselesi Birleşmiş Milletler genel kurulunda görüşülür ve ülkeye müdahale teklifinde bulunulur.


Güvenlik konseyinde bulunan Fransa ülkedeki salgın hastalıklardan ötürü BM askerlerinin can güvenliğini bahane ederek teklifi veto eder, böylece Ruanda tüm bu olanların sorumlusu olan Fransa tarafından bir kez daha kaderine terk edilir.


Bu esnada Fransız Cumhurbaşkanı Fransua Mitterand'ın "o ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil" demeci kayıtlardaki yerini alır, ancak bunun hesabını sorabilen bir güç halen çıkmamıştır.


Birleşmiş Milletler bu soykırıma müdahale ettiğinde artık her şey için çok geç olmuştur. Ülkede çok uzun yıllar izleri silinmeyecek korkunç bir soykırım yaşanmıştır.

Aslında mesele basit.


Ülkede azınlık olan Tutsiler, uzun yıllar Hutuları baskı altında yaşattılar.

Güç çoğunluk olan Hutulara geçtiğinde, yılların öfkesi ve intikam duygusuyla, Tutsiler soykırıma maruz kaldı.


Aslında tüm bunlar planın bir parçasıydı. Suriye'de ise önümüzdeki süreçte benzer bir ayrışma bizleri bekliyor.


Çok uzun yıllar Arap Alevisi bir ailenin hükümranlığında yönetilen Suriye'de artık yeni bir rejim ve iktidar kuruluyor.


Tıpkı Ruanda'daki Tutsiler gibi Suriye'deki Aleviler de ülkede azınlık olmalarına rağmen uzun yıllar ülkedeki iktidarı ve bürokrasiyi ellerinde tutmayı başarmışlardı.

Şimdi artık iktidar, öfkeli çoğunluğun elinde.


Esad Rejimi'nin toplumsal tabanını oluşturan Lazkiye ve Tartus şehirlerindeki halk kitleleri ise büyük bir korkuyu iliklerinde hissediyor.


Zira ülkenin çeşitli noktalarından, eski rejimin kalıntıları, kılıç artıkları olarak ifade edilen Alevilere yönelik saldırı ve tacizler görülmeye başlandı.


Bu saldırıların hangi seviyede olacağı ve Suriye'deki yeni yönetimin bu süreci ne kadar doğru yöneteceğini bizlere zaman gösterecek.


İnsanlık ve Suriye adına en büyük temenni, 30 sene önce Ruanda'da olanların bir benzerinin Suriye'de yaşanmamasıdır.

Comments


bottom of page