top of page

SÜTLAÇ YANIĞI AŞKLAR

Yazarın fotoğrafı: Sevgi KarakuşSevgi Karakuş

Biraz gökyüzü, biraz yağmur, biraz biraz deniz, şiirler ve radyolar, kuşlar ve atlar... Bir şeylerin anlamlı olduğu zamanları yakalamak gibi bir derdim vardı bu hayatta.

Herkesten kopuk düşen, ama bana bir o kadar uzak bir o kadar yakın kocaman bir ülke kurma çabam hiç değişmeyecekti.  Çünkü neye ne kadar güzel bakarsak anlam kazanır, iz bırakırdı. Ben izlerin gücüne inanırım bayım. Zarifliğe, nezakete, herkesin bakmaktan korktuğu bir gözle yani iyimser bakışla yaşamayı tercih ediyordum. Zaten herkesin dilinde mutsuzluk yuvası kurulu bu hayatta ne kalabilir ki. İşte o yüzden sevgi, aşk ve güzel olan her şey bende farklıdır. Yorulmamak yormamaktır bayım.


Biri senin en sevdiğin rengi, çayı nasıl içtiğini, nerde yorulduğunu, susunca ne demek istediğini biliyorsa bu hayatın içinde. Rüzgarda yüzünü hangi yöne çevirdiğini, hangi şarkıda ağladığını hangisinde dünyayı sessize alır derecesine dans ettiğini, küsünce ne dediğini sevince ne diyemediğini biliyorsa... Koşmaktan, yorulmaktan, düşmekten, delice sevmekten korkmuyorsa işte orda yaşamak dediğimiz bir ağacın gölgesi büyüyordur ve izi üzerimize düşen bir yaprak olmuş demektir. Anlayacağın bayım, herkesten bu kadar uzakken bir kişiye ve binlerce şeye kendinden daha yakın olmaktı sevgi çünkü izler böyle kalıcılığını korurdu.


Basit kuralları vardır hayatın ihtiyaçlarında bir şey içinde her şeyi ararken kendimizi buluruz. Hatta insan o arayışta eliyle ördüğü atkıyı sökmeyi de öğreniyor derler ya bazen doğru. Ama bu dünyada en büyük intikam alma yolum her sabah çiçekleri sulamak, pencereden güneşi davet etmek oldu bu ülkede... Benim marifetim de bu. Anlayacağınız (opsiyonel) ben kimsenin anlamayacağı bir köşede evimin mum ışığında şiire bulaştırmış bir rüya görmeye hazırlanırken hayat soluklanmak için kapıdan içeri girdi. İyi etti hoş geldi ama soluklanmadan sonraki evre gitmektir hep. Çünkü çoktan ışığında dünyayı seyretmek için yaktığı bir mumun bitişi üzerine sinmiştir hayatın. İşte tam da böyle bir anda düştüm aşka fakat aşk düşmedi payıma bayım. Ben de sütlaç yanığı şarkılarda dinledim kendimi ve topladım bütün inceliklerde incelmiş bakışları hayat adına. İşte böyle garip bir varıştır izlerde yaralanmak. Şimdi hem kendime hem de bekleyen hiç kimseye göz kırpacak kadar mutluluk asamıyorum kirpiklerine hayatın. Derken bir duvarı süslemeye başladı gözlerim, ellerim toprağına bulaştı hayatın. Göğün altında ezilmiş kırıklığımı toplayanlara bağıra bağıra “İyi bir kalbim vardı ama çok derin bir yerde kaldı.” demek istedim ama kimse yoktu ve evlerde yemek kokusunun sebepleri azalmıştı.


Ah! Tüm şarkıların içindeki merhameti okşadım elimle bayım. Ellerim gün ışığında aradı yorgunluğun izlerini. Yorgunluk ki biraz gökyüzü, biraz yağmur, biraz biraz deniz, şiirler ve radyolar, kuşlar ve atlar gibiydi. Şimdi çürümüş elma çekirdeğinin savaşı kaldı hayatta ve ben artık üzülmeyeceğim içi boşaltılmış bu aşklara çünkü izler yokluk olmaya sevdalıydı ve ben bu dili bilmiyordum bayım.

Comments


bottom of page