top of page

TÜRKİYE BİRLEŞİK DEVLETLERİ

Yazarın fotoğrafı: Buğrahan DağlıBuğrahan Dağlı

Ülkemizde çok uzun yıllardır siyasetin ve toplumun gündeminde sık sık bahsedilen, özellikle rejimin Başkanlık Sistemi modeline revize edilmesinin ardından acaba sorusunu getiren ’Federal Eyalet Sistemi’nin’; ülkemize nasıl sirayet edeceğini kestirmek pek de güç değil.

Eyalet sisteminden kısaca bahsetmek gerekirse; kendi içerisinde özerk yerel yönetimler, bir federasyon(birlik) halinde merkezi bir yönetime bağlı çalışıyor. Ülkemizdeki ‘Üniter Devlet Modeli’nin’ aksine bölgesel yönetimler yürütüme ve devlet kadroları anlamında elleri oldukça güçlü. Her bir eyaletin seçimle gelen ‘Valileri’, eyaletin kolluk gücünden tutun bürokrasisine kadar bölgeyi elinde tutan adeta minik çaplı bir devlet idare ediyor.


Güncel konjonktürü gözeterek bunun ülkemize ne kadar benzediğini ve Başkanlık Sistemi sürecinin buna ne derece etki ettiğini özetlersek;


Otokratik merkezi idare neredeyse bütün kaynak ve insan gücü akışını kontrol ediyor ve bunu başkanlık sisteminin bir neticesi olarak Türk siyasetine giren ‘ittifaklar modelin’ yerel seçimlerde iktidarı çok farklı bir oyun zeminine sürüklüyor.


Eğer Otokratik bir Devlet Başkanı iseniz ve ülkenizde parlamentoyu devreden çıkaracak kanunlar ve temsilci çoğunluğu elinizde ise, muhalefetin sahip olduğu tek oyun alanı yerel yönetimler olacaktır. Ak Parti hükümeti 2019 seçimlerinde trajik biçimde İstanbul, Ankara başta olmak üzere Büyükşehir Belediyelerinin pek çocuğunu kaybetti. İktidar anlayışını otoriter ve kendini demokrasi üstü gören Ak Parti iktidarı, bu yenilginin de ardından malumun ilanını gerçekleştirdi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir Tarım ülkesi olarak yerel yönetimleri oldukça önemseyen ‘Üniter Devlet’ anlayışı ile ortaya çıktı. Son 20 yıllık periyoda bakıldığında ‘’Seçim Kazanma Makinesi Erdoğan’’, sandıktan galip çıkabilmek adına toplumun bütün kesimlerinin nüfus ve yaşayış biçiminde değişiklerle sonuçlanan birtakım enstürmanları da kullanmaya tereddüt etmedi. Bunlar sosyal ve üniter devletin sunmayı taahhüt ettiği imkanlardı, rejim sahip olduğu veya hedeflediği oy kesimleri üzerinden kurguladığı hizmet anlayışı ile sosyal yapıyı adeta tıkalı bir hale getirdi.


Ülkemizde özellikle 6 Şubat Depreminin ardından yaşanan süreçler ve hemen arkasındaki yerel seçimlerde iktidarın bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından ‘yerel yönetimler merkezi yönetimler ile birlik içerisinde olmazsa netice böyle olur’ demesi ve devlet kurumlarının bütünüyle partilileşmesinin ardından, iktidarın sahip olduğu pek çok yerel yönetim adeta iktidarın ‘atanmış’ birer valisi haline geldi.


Bunu daha iyi anlatmak gerekirse, yine yakın tarihte yaşanan 6 şubat depremlerinde, sallantı ve göç dalgası olarak etkilenen 2 büyükşehir Kayseri ve Mersin. İktidarın daimi kalesi Kayseri; göç kabul edecek altyapısı oldukça gelişmiş olmasına rağmen afet bölgesi kapsamına alınırken, pek çoğu Suriyeli olan yüzbinlerce göç alan Mersin afet illeri kapsamına alınmadı.


Bir diğer perspektifken yaklaşmak gerekirse ülkenin güneydoğu illerinde etkisini sürdüren bölücü ve ayrılıkçı ‘kürtçü siyasal akım’, uzun yıllardır yerel yönetim özerklik talebi ile geliyor. Bu talep ülkenin kilit siyasi birlik gruplarından olan kürt siyasal hareketinin daimi amacı haline geldi. 14 Mayıs seçimleri öncesinde aday çıkarmayan ve masanın adayı Kılıçdaroğlu’nu gizli kapaklı anlaşmlara neticesinde destekleyen Yeşil Sol Parti(DEM), seçimin ardından yapılan açıklamalarda karşılık olarak ‘yerel yönetim özerklik şartı’ sözünü aldığı ortaya çıkmıştı.


Yani eğer Kılıçdaroğlu seçimi kazanmış ve ona kazandıran yüzde 10’luk oy dilimine verdiği sözü tutmuş olsa idi, yerel yönetimler Güneydoğu’da federatif bir özerklik elde etmiş olacaktı.


Günümüz dünya şartlarında üniter devlet yapısını Ortadoğu’nun göbeğinde korumak haliyle kolay olmuyor ve olmayacak. Ancak mevcut tabloya dikkatlice bakarsak ortada korunulmaya çalışan bir üniter devlet söz konusu değil.


Bir diğer etken; kırsal alanlarda tarım yapmak mevcut şartlarda imkansız hale gelirken, geçim sıkıntısı yaşayan milyonlar şehirlere doğru akın ediyor. Bu da oy blokları avlayan iktidar için, üniter sistemi terk edip yüksek oy alabildiği alanlara hizmet kaydırma mantığına dönüşüyor. Bu durumu daha iyi izah etmek gerekirse; üniter devlet mantığı bir şehrin bütün ilçelerinde sağlık ve eğitim hizmeti sunulmasını gerektirirken, İktidar oy aldığı veya alabileceği potansiyel hedeflere büyük hastane kompleksleri ve okullar inşa ederken kırsal ve oy alamayacağı bölgeleri pas geçiyor. Bu hizmetin ve kaynakların aktarılması sürecinde ise yerel yöneticiler sadece bölgesel bir vali görevi görüp, özgül bir siyasi ağırlık ortaya koyamıyorlar.


Ülkemizde sayıları 13 milyondan fazla olan sığınmacıların da kümeleniyor oluşunu göz önünde bulundurursak, önümüzdeki 20 yılda Türkiye’nin en azından kendi içinde özerk yönetimlere döneceğini öngörmek zor değil. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet hayalinden bu kadar uzaklaşmışken, 100. Yılda Türk Milleti’nin yegane yapması gereken tek şey Devletine ve mirasına sahip çıkmaktır.

Comments


bottom of page