Türkiye’de siyasetin gücü, hem tarihsel kökleri hem de günümüz dinamikleri açısından geniş ve çok katmanlı bir konudur.

Bu güç, tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasıyla şekillenmiş ve Cumhuriyet’in kuruluşuyla yeni bir yön kazanmıştır. Siyaset Türkiye’de her zaman yalnızca politikacıların bir arenası değil, aynı zamanda toplumsal değişimlerin, ideolojik mücadelelerin ve devlet-toplum ilişkilerinin de merkezinde yer almıştır.
Arka Plan
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, özellikle Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başlayan reform hareketleri, siyasal sistemde önemli dönüşümlerin habercisi olmuştur. Meşrutiyet dönemi, anayasal yönetim tartışmalarını başlatmış, 1908’deki İkinci Meşrutiyet ile siyasal katılım genişlemiştir. Ancak siyaset, yine de büyük ölçüde monarşinin kontrolü altında kalmış ve halkın siyasete katılımı sınırlı olmuştur.
Cumhuriyet’in kuruluşu ise, Türk siyasetinde devrim niteliğinde bir değişim yaratmıştır. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde modern bir ulus-devlet inşa edilirken, devletin gücü ve siyasetin şekillenişi de yeniden tanımlanmıştır. Atatürk’ün öncülüğünde başlatılan inkılaplar, siyaset sahnesinde laiklik, milliyetçilik, devletçilik gibi ilkeleri ön plana çıkarmıştır. Bu dönemde siyasi gücün ana ekseni, güçlü bir devlet yapısı ve bu yapının modernleşme hedefleri doğrultusunda şekillenmiştir.
Demokrasi
1946 yılında Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçiş, siyasetin gücünün halkın daha geniş kesimlerine yayılması açısından kritik bir adım olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) uzun süren tek parti iktidarından sonra Demokrat Parti’nin (DP) 1950’de iktidara gelmesiyle, siyasi arenada yeni bir dönem başlamıştır. DP, özellikle kırsal kesim ve muhafazakâr tabanın desteğini alarak, Türkiye’nin siyasal yapısında önemli bir güç haline gelmiştir. Bu dönemde halkın siyasete olan ilgisi artmış, siyasal aktörler arasında güç mücadeleleri keskinleşmiştir.
Ancak Türkiye’de demokratik süreçler, her zaman kesintisiz işlememiştir. 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında gerçekleşen askeri darbeler, siyaset üzerindeki askeri vesayet tartışmalarını gündeme getirmiştir. Askeri darbeler, Türkiye siyasetinde halk iradesi ve devletin gücü arasında bir gerilim olduğunu göstermiştir. Her darbe sonrası ordu, siyaset üzerindeki etkisini artırmış, bu da demokratik süreçlerin sekteye uğramasına neden olmuştur.
Liberal Dönüşüm
1980 askeri darbesi sonrasında Türkiye, Turgut Özal liderliğinde neoliberal bir dönüşüm sürecine girmiştir. Özal, ekonomide serbest piyasa reformlarını hayata geçirirken, siyasetin gücünü de piyasa ekonomisi ve özel sektör lehine yeniden yapılandırmıştır. Bu dönemde, siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkiler güçlenmiş, siyaset sahnesinde sermaye ve iş dünyasının rolü artmıştır. Özal dönemi, Türkiye’nin küreselleşme sürecine daha aktif bir şekilde katıldığı bir dönem olarak dikkat çeker. Bu süreç, siyaset üzerindeki toplumsal ve ekonomik baskıların çeşitlenmesine neden olmuş, ancak aynı zamanda sivil toplumun da güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
2000’ler Dönemi
2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara gelmesiyle, Türkiye siyasetinde yeni bir dönem başlamıştır. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, geniş halk kitlelerinin desteğini alarak güçlü bir siyasal hegemonya kurmuştur. Bu dönemde siyaset, ekonomik büyüme, altyapı projeleri, eğitim ve sağlık reformları gibi konular etrafında şekillenmiştir. AK Parti’nin gücü, büyük ölçüde, muhafazakâr tabanın desteği ve ekonomik istikrar üzerine kurulmuştur.
Ancak AK Parti iktidarı, aynı zamanda siyasal kutuplaşmayı da artırmıştır. Laiklik-muhafazakârlık ekseninde yaşanan gerilimler, AK Parti’nin iktidarının ilk yıllarında ordu ve yargı ile yaşadığı güç mücadelesiyle birleşmiştir. AK Parti, bu süreçte askeri vesayeti önemli ölçüde geriletmiş, siyasal sistemde reformlar yaparak güç konsolidasyonunu sağlamıştır. 2010’lu yılların ortasından itibaren ise Türkiye’de güç dengeleri büyük ölçüde Cumhurbaşkanlığı sistemi etrafında şekillenmiştir.
Yeni Sistem
2017 yılında gerçekleştirilen referandumla Türkiye, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmiş, Cumhurbaşkanlığı sistemi fiilen uygulanmaya başlanmıştır. Bu yeni sistem, siyasetteki güç dengelerini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Cumhurbaşkanı’na geniş yetkiler tanıyan bu sistem, yürütme, yasama ve yargı arasında geleneksel güçler ayrılığı ilkesini zayıflatmış ve yürütmenin başındaki ismin gücünü büyük oranda artırmıştır. Erdoğan’ın liderliğinde AK Parti, bu süreçte devletin kurumları üzerinde kontrolünü artırmış, siyasal sistem daha merkeziyetçi bir yapıya bürünmüştür.
Siyasetin Yönü
Türkiye’de siyaset her zaman yalnızca devletin belirlediği bir çerçevede gelişmemiştir. 2013 yılında Gezi Parkı protestoları gibi toplumsal hareketler, siyasetteki güç dinamiklerinin sadece devlet ve siyaset kurumları arasında olmadığını, aynı zamanda sokakta, sivil toplumda ve farklı toplumsal kesimlerin taleplerinde de şekillendiğini göstermiştir. Bu tür toplumsal hareketler, siyasetin katmanlı yapısını ve iktidar mücadelesinin farklı zeminlerde sürdüğünü ortaya koymuştur.
Siyasetin Geleceği
Türkiye’de siyasetin geleceği, büyük ölçüde genç nüfusun beklentileri, toplumsal dönüşümler, küresel gelişmeler ve ekonomik durum tarafından belirlenecektir. Türkiye’nin demografik yapısındaki değişim, özellikle gençlerin siyasete daha aktif katılımını gündeme getirmektedir. Aynı zamanda, dijitalleşme, sosyal medya ve yeni iletişim kanalları, siyasetin geleneksel yöntemlerini de dönüştürmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’de siyasetin gücü tarih boyunca çeşitli dinamiklerle şekillenmiş ve her dönem farklı güç odaklarının mücadele alanı olmuştur. Günümüzde de siyaset, toplumsal, ekonomik ve küresel gelişmelere paralel olarak dönüşmeye devam etmekte ve bu güç mücadelesi, Türkiye’nin geleceğinde belirleyici bir rol oynamaktadır.
Comentarios