top of page

TÜRKİYE'NİN BİTMEYEN SURİYE SAVAŞI

Yazarın fotoğrafı: Ali Yağız BaltacıAli Yağız Baltacı

Türkiye'de hemen hemen her mesele Milli Mücadele ve Cumhuriyet'in kuruluş sürecindeki ayrışmalarda temel buluyor.Suriye Savaşı boyunca da bu saflaşmayı gördük ve görüyoruz.

Arap Baharı adı verilen isyan ve ayaklanma süreci, 2010 yılının son günlerinde Tunus'ta başladı. Kısa zamanda tüm bölgeye yayıldı. Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da lider ve rejim değişikliklerini beraberinde getirdi 2011 yılının Mart ayında yangının adresi Suriye oldu.

Genel kanaat; Tunus, Libya ve Mısır örneklerinde olduğu gibi Suriye'de de Batı Dünyası'nın tam destek verdiği muhalif hareketlerin önünün alınamayacağı; 1971'den beri ülkede iktidarını sürdüren Esad Rejimi'nin yıkılacağıydı. Suriye'de itirazlar ilk haftalarda sivil inisiyatiflerce yönetildi. Yolsuzluklar ve insan hakları ihlalleri protesto edildi. Arap Baharı'nın estirdiği rüzgarla bu gösteriler kısa zamanda tüm Suriye'ye yayıldı. Devletin ise bu protestolara yanıtı şiddetli oldu.


Devlet Başkanı Beşar Esad, İngiltere'de eğitim almış bir göz doktoruydu. Batı dünyasını yakından tanıyordu. Libya'da, Tunus'ta, Mısır'da mevkidaşlarının başına gelenleri görmüştü. Bu yüzden bu muhalefet dalgasının büyümesini bastırmak için en sert tedbirleri aldı.


Suriye yavaş yavaş ısınırken, bu ülkenin Kuzey komşusu Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidardaydı. Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'ydu. Türkiye, olayların başladığı ilk günlerden itibaren Suriye'de muhalefetin yanında saf tuttu.

Türkiye, pragmatik bir tutum içinde olduğunu öngörüyordu. Libya ve Mısır'da çok güçlü liderler bu hareketler sonucu devrilmişti. Üstelik ABD ve Batı Dünyası da Suriye Muhalefeti'nin başarısını istiyordu. Esad'ın bu dalgaya karşı direnmesi mümkün olamazdı!

Türkiye'nin o günlerde göz ardı ettiği husus ise şuydu: Türkiye, Suriye'nin hemen dibindeydi.


Savaşın gidişatı istenildiği gibi olmazsa ABD ve herhangi bir Batılı ülke büyük bir bedel ödemez ama Türkiye çok büyük sıkıntıya girerdi.


Savaştan önceki dönemde iki ülke arasındaki ilişkiler geliştirilmiş, hatta iyi niyet göstergesi ve karşılıklı yatırımları artırmak için sınır bölgesindeki birçok nokta mayından temizlenmişti.


Peki, şimdi o sınırların durumu ne olacaktı?


Türkiye, tüm bu uyarıları ve riskleri kulak arkası etti.


Koskoca Muammer Kaddafi, Libya'nın Kudretli Lideri bir kanalizasyon çukurunda yakalanıp fare gibi ezilerek öldürülmüştü! Yeni yetme Esad mı Batı'nın desteklediği bu dalgaya direnecekti?


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, her gün dozu daha çok artan ifadelerle Esad yönetimine tepki göstermeye başladı. Başbakan Erdoğan da Şam Yönetimine yükleniyor, Suriye meselesinin kendi iç meseleleri olduğunu ifade ediyordu.

Türkiye resmen taraf oldu!


Erdoğan ve Davutoğlu'nun tezi basitti.  Çok değil birkaç ay içinde bu muhalefet dalgası büyür ve Esad rejimini devirir. Esad ya yakalanır ya öldürülür ya da yurt dışına kaçar. Suriye'de kurulacak yeni rejimin hamilerinden birisi de Türkiye olur.


Olayların ilk birkaç yılında süreç, bu tezi destekler bir görünümdeydi. 2012 yılına geldiğimizde, rejim karşıtı göstericiler başkent Şam'a birkaç km kadar yaklaşmıştı.

Halep'in büyük bölümü de göstericiler tarafından ele geçirildi. Esad düştü düşecekti.

Suriye muhalefeti ise zaman içinde sivil inisiyatiften silahlı bir organizasyona evrildi. Özgür Suriye Ordusu adını veren gruplar TR, Suudi Arabistan, BAE gibi ülkelerden aldıkları teçhizatlarla Suriye Ordusu'na karşı savaşmaya başladı. Artık Suriye'de iç savaş vardı.


2012-2013 yıllarında "Esad ha düştü ha düşecek" diye Türkiye'den ÖSO'ya destek doruk noktasına çıktı.


Esad'a bağlı Suriye Ordusu ise o günlerde kontrolü kaybettiği için ülkenin kuzeyinden yani Türkiye ile sınır bölgesinden bütünüyle çekildi. Suriye sınırı tamamen muhalefetin eline geçmiş oldu.


O günlerde Türkiye'de iktidar psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Başbakan Erdoğan ve Bakan Davutoğlu, Suriye'de muhalefetin zafer kazanmasının an meselesi olduğunu söylediler. CHP'nin başını çektiği muhalefeti "Esedci" "Mezhepçi" olmakla itham ettiler.

Aynı günlerde iktidar "Neo-Ottomanist" "Yeni Osmanlıcı" akımı dillendirmeye başladı. Türkiye, bölgenin lideri ve ümmetin umudu olarak Suriye halkına sahip çıkmıştı!  Türkiye, "Abi" olarak Suriye halkına destek veriyordu!  Bu propagandalar güçlü şekilde pompalandı.

Tüm bunlar yaşanırken Şam'da zor durumda olan Esad savaşın kaderini değiştirecek hamlesini yaptı. Rusya ve İran'a açıktan davet yollayarak yardım istedi.Emperyalizmin Suriye'yi kuşattığını, rejim devrilirse ülkenin bölüneceğini ve bölgeye ABD'nin yerleşeceğini söyledi.


Beşar Esad akılcı davaranarak Saddam ve Kaddafi'nin düştüğü hataya düşmedi. Kılıcını kuşanıp tüm dünyaya meydan okumak yerine çok akıllı bir hamleyle İran ve Rusya'yı savaşa dahil etti. Bu noktadan sonra işin rengi değişti.


Suriye’nin davetiyle Rusya ve İran’ın savaşa dahil olması dengeleri Şam lehine değiştirdi. Rusya hava kuvvetleriyle, İran ise özel yetiştirilmiş milisleriyle Suriye Ordusu’nun yardımına koştu. Muhalifler için geri çekilme süreci başladı.


Aslına bakarsanız Rusya ve İran’ın açıktan müdahil olması Suriye Savaşı’nı “Post-Modern 3. Dünya Savaşı” haline getirdi. Muhalifleri destekleyen Batı dünyasına karşı Rusya ve İran, Şam’ın yanında saf tuttu. Bu küresel çıkar savaşında olan Suriye Halkı’na olacaktı...

Diğer taraftan Suriye'nin çekildiği bölgelerde yaşanan otorite boşluğu çeşitli terör örgütlerine alan açtı. Başta IŞİD olmak üzere terör örgütleri bölgede konuşlandı. Suriye Kürt’lerini temsil ettiklerini savunan PYD/YPG de TR sınırında birçok bölgede güç sahibi oldu.


Türkiye, tüm planlarını Suriye’de rejimin devrilmesine göre yaptığı için tüm bu gelişmelere karşı hazırlıksızdı. Şimdi muhaliflerin rahatça girip çıktığı sınır hattı korkunç bir güvenlik zafiyeti içindeydi. Muhalifleri püskürtmeye başlayan Suriye Ordusu Kuzey’e doğru hücuma geçti. Şimdi ülkenin kuzeyindeki milyonlarca Suriyeli için tek bir kaçış güzergahı vardı.


Türkiye, Batı’ya çağrı yaptı. Esad rejiminin devrilmesi için ortak bir Ordu oluşturulması ve bu Ordu’nun Suriye’ye müdahale etmesi talep edildi. Talep kabul edilmedi çünkü kimse doğrudan etkilenmediği bir savaşa kendi evlatlarını göndermek istemiyordu.

Aslında 2011 yılında sadece Türkiye değil Batılı ülkeler de muhalifleri destekleyerek kumar oynamıştı. Gelin görün ki onların bahisleri küçüktü. Türkiye ise masaya neredeyse her şeyini koymuştu.


Türkiye’ye akın eden Suriyelilerin sayısı önce 100 bine sonra 500 bine en nihayet milyonlara ulaştı. Üstelik 2016 itibarıyla Suriye’de Şam Yönetimi kontrolü büyük ölçüde sağlamayı başardı. 2016 sonlarında Suriye Ordusu coşkuyla Halep’e girdi. Beşar Esad zafer ilan etti.


Türkiye, 2020 itibarıyla Suriye’nin Savaşı kazandığını kabul edip Şam’la çeşitli aracılar vasıtasıyla ilişkiler kurmaya çalıştı. Ancak yerle yeksan olan ilişkilerin onarılması için çok uzun yıllar gerekiyordu.


Türkiye 2016-2024 arasında defalarca Suriye’ye sınır operasyonları yaptı. Suriye Ordusu’nun çekildiği bölgelerde konuşlanan PKK ve IŞİD türevi örgütlere karşı güvenlik koridoru oluşturuldu.


2013 yılından itibaren yol geçen hanına dönen sınırdan Türkiye’ye giren teröristlerin yaptıkları çok sayıda saldırı neticesinde yüzlerce Türk vatandaşı hayatını kaybetti.

2011-2024 arası Suriye’de yarın milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Milyonlarca Suriyeli ülkesini terk etti. Türkiye’de ise 13 yıllık sürede “resmî verilerle” dahi 3 milyonun üstünde Suriyeli’nin yaşadığı düşünülüyor.


Türkiye, 2020 itibarıyla Suriye'de Esad yönetiminin meşruiyetini yeniden kabul ederek bu ülkeyle ilişkiler kurmak istese de Beşar Esad, ilişkilerin yeniden oluşması için Türkiye'nin Suriye'deki güçlerini tümüyle çekmesini şart koştu.


Türkiye'nin Esad'ın bu tutumuna yanıtı ise İdlip bölgesinde konuşlanan muhalif güçleri harekete geçirerek Halep'e ilerletmek oldu.


2024'ün son günlerini yaşarken Suriye'de savaş tekrar hareketlendi.

Yenildiği kabul edilen muhalif unsurlar ülkenin en büyük ikinci şehri Halep'i kontrol altına almayı başardı.


Suriye'deki bu yeni gelişme, uzun süredir sesleri çıkmayan Türkiye'deki Neo-Osmanlıcı akıma adeta can suyu oldu.


Halep'i fetihten bahsedenlerden, bölgeyi tümüyle ele geçirme hayalleri kuranlara kadar sosyal medya adeta 2014 yılına geri döndü.


Burada şu saptamayı da ortaya koymak gerekiriyor.


Dikkat ediniz!


Türkiye'de hemen hemen her mesele Milli Mücadele ve Cumhuriyet'in kuruluş sürecindeki ayrışmalarda temel buluyor.Suriye Savaşı boyunca da bu saflaşmayı gördük ve görüyoruz. Bir tarafta hala içten içe Osmanlı'ya meftun olup İmparatorluk yıllarındaki toprakları arzulayanlar... Diğer tarafta komşularla duygusal değil mesafeli ve dikkatli ilişkiler talep eden ve Cumhuriyet'i Osmanlı'dan ayrı görenler.


Aslında Türkiye'nin tüm siyasi tarihi bu saflaşmalardan ibaret.

En azından bu sefer daha dikkatli ve itidalli bir politikanın takip edilmesini ümit ediyorum.

Comments


bottom of page