Türkiye'de neredeyse hiçbir zaman tartışmalarda adı geçmeyen bir konu bu. Ekonomik krizler, savaşlar vb. konuların içinde hep kaynıyor ve ''önemli'' addedilmiyordu. Oysa ben önemsiz bir konunun olmayacağına inanıyorum.

Kültür, tarih ve yaşanmışlıklar, insanın su içiş şeklinden, suyu neyin içinden içeceğine kadar en spesifik noktaya en komplike şekilde sirayet ediyor. Kültürün yanı sıra ekonomik etkenler de ''kaliteli'' tasarımı anlamak, ''düzeni'' kıymetlendirmek için önemli maddi kazanımlardan.
Türkiye'nin estetik anlayışını elbette ki acımasızca kıyaslamamak lazım. Coğrafi keşiflerle birlikte büyük kaynak transferleri yaşayan Avrupa'nın elit ülkelerini bu nedenle konu dışı etmek gerekiyor. Tüm dünyanın yönetim eksenlerinden olan Londra'nın mimarisini, devasa Britanya İmparatorluğu'nun emperyalist gücünün beslediği sonucuna hızlıca çıkıvermek bizim için eşelemeye değer bir nokta olmadığını anlatır. Bu nedenle sosyo-ekonomik açıdan Türkiye'deki kültüre yakın örnekleri göz önüne almak lazım.
Türklerin ilk ortaya çıkışı Orta Asya'daki göçmen bir kültürle meydana geliyor. Bu göçmen alışkanlıklar, uzunca bir süre devam ediyor. Öyle ki Türkler ilk yazılı eserini peygamber efendimiz Hz. Muhammed doğduktan 165 yıl sonra verebiliyor. Yazıyı dahi hayatında pek de bir noktaya konumlandırmamış bu halk, ne şehirleşmiş ne de derin kültürel derinlik oluşturabilmiş durumda. İslam ile tanışana kadar da bu kültür (Ve hatta İslam'ı benimsedikten sonra epeyce süre de devam ediyor.) bu şekilde devam ediyor.
Her ne kadar cahiliye devrinde de olsa Arapça, dönemin halkı tarafından yazılı şekilde sıkça kullanılıyor, şiir gibi edebi sanatlar gelişmiş durumda ve şehirleşme önemli ölçüde sağlanmış. Bunlara ek olarak geniş bir ticari organizasyona da sahip olan Arap halkları İslam'ın da etkisiyle altın yıllarında, ellerindeki değerleri çarpan etkisiyle yaşıyor. Talas Savaşı'ndan bu yana İslam kültürüyle yeni yeni tanışan Türkler, batıya da göçerek, göçebe kültürünü yavaş yavaş kaybediyordu. Arapların teşviki ve kalabalıklığı arasında kültüründen daha fazla taviz veren taraf Türkler oluyor.
Yeni kültür deryasının içinde hayatta kalmayı, en iyi yaptığı şey olan savaşarak onurlandırıyor Türkler. Bu noktadaki göz dolduran başarıları nihayetinde İslam Dünyası'nın en kilit topluluklardan biri olarak asimilasyonu sınırlı kalmış oluyor. Selçuklu'dan bu yana mimari alanında da daha sonrasında kalıcı yurdu haline gelecek Anadolu topraklarına bayındırlık faaliyetlerinde bulunuyor. Anadolu aynı zamanda kadim Roma İmparatorluğu'nun da en uç bölgelerinden birisi, kıta Avrupası kadar olmasa da Helenistik dönemden bu yana yoğun bir Avrupa esintisi yaşıyor. Yorucu, yıpratıcı ve aşındırıcı bir tarihi dönemden sonra yavaş yavaş soluklanabilen Türk halkları bölgesinde ayağını sağlamlaştırarak tarihin en büyük devletlerinden birisini koyarak gelişimini bugüne dek sürdürüyor.
Tarih, uzun ve tartışmalı bir alan ama genel kanı önemli ölçüde böyle resmedilirse çok az itiraz olacaktır. Görüldüğü üzere zorluklarla ve risklerle dolu ve bunun yanı sıra hayatta kalmaktan öteye gitmekte zorlanan bir yaşayış şekli egemen.
Osmanlı İmparatorluğu'nun aynı zamanda son 150-200 yılını derin ekonomik ve askeri krizlerle de geçirdiği göz önünde bulundurulursa çok kısa bir süre boyunca mimari, edebiyat ve diğer sanatsal alanlara ''şımarıkça'' harcamalarda bulunulabilmiş.
Lakin bizden çok daha fazla ekonomik gücü olmayan, Çekoslavakya, Macaristan, Polonya ve kısmen Rusya gibi ülkeler göz önüne alındığında tüm durumu ''para'' ile açıklamak bir hayli imkansız. Bu ülkeler düzenin hükmettiği ''sosyalist'' blok ülkelerine dahiller ama Türkiye ile gelir ve kültür açısından kıyaslanabilecek nadir ülkeler de bunlar. Sosyalizmin merkezi planlamacı zihniyeti düzeni getiriyor olsa da Balkanlar'da buna bu kadar uyulmadığını görürüz. Sosyalizmin, lokal güç ile etkileşimi her yerde aynı sonucu vermiyor.
Parasız olmuyor ama sadece parayla da olmuyor derdi bir büyüğüm, genelde herhangi bir soruna dair en başat etmen olsa da çoğu zaman soruna dair okumanın tek başına onun üzerinde olması dev hatalara yol açabilir. Avrupa'da rönesans, reform ve ihtilaller gibi Avrupa'yı Avrupa yapan olayların tümünün çıkış noktası Coğrafi Keşifler. Bu nokta, romantik okumaların da hatalı olacağını ve ''fakir'' Avrupa'nın bize hiçbir üstünlük gösteremeyeceğine de işaret ediyor.
Bir diğer farklılığımız dini otorite noktasında yaşanıyor. 4 Halife döneminden bu yana neredeyse hiçbir zaman, Katolik Kilisesi'nin Avrupa'da gösterdiği kadar egemenliğini genişletemeyen ve derinleştiremeyen bir İslam dini mevcut. Hem dini saiklerle baskılanan görsel sanat alanı da bunda hiç şüphesiz ki etkili. Ama farklı açıklamakta çok cılız kalacaktır.
Sanat ve sosyal alanlar pratikte hızlıca maddi kazanımlar sağlayamadığı için ve olası yararları da tekilleştirilemediği için kadim dönemlerden bu yana kamu kaynaklarıyla finanse ediliyor. Coğrafi keşiflerin astronomik kaynak transferleri de yine bireylerin servetindeki artıştan nedenle harcamalarda bulunup ''daha sıradışı''ya cesaret edilebilmesine yol açıyor.
Türk ve İslam dünyasına estetiksizlik olarak yöneltilen eleştirilerin de seviyesinin korunmasında fayda var. Eşsiz cami mimarileri, sarayların dizaynları ve oldukça kaliteli minyatürlerin varlığı da aşikar.
Comments