top of page

ULUSLARARASI GÜVENLİĞİN KÜRESEL GÜVENLİĞE DÖNÜŞÜMÜ; NATO

Yazarın fotoğrafı: Asenat Meryem YAVAŞ Asenat Meryem YAVAŞ

Politik kararların harmonize edilip, Batı Dünyasının hareketlerini düzenleyen bir kurum. NATO’nun politik stratejik  hamleleri sayesinde Kuzey Amerika ve Avrupa siyasi bir dengede tutulmaktadır.

Steven W. Hook ve John Spanier, “Büyük güçler güvenlikleriyle ilgili kararları genelde rakiplerine bırakmaz” demektedir.


Uluslararası dinamiğin en önemli, en temel disiplinlerinden biri güvenlik kavramıdır. Güvenlik epistemolojik kökleri ile Latince se (olmaksızın) ve cura (endişe) kelimelerinin birleşmesinden oluşan securitas kelimesinden türemiştir. Güvenlik kavramı insanın doğumundan itibaren geçirdiği bireysel ve toplumsal evrede kullanılan bir terimdir. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramında en öncelikli ihtiyaçlarımızın ikinci sırasında güvenlik olgusu yer almaktadır.


Toplumsal disiplin normlarının tamamlayıcı bir unsuru olan güvenlik kavramı: yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca hayatlarını idame ettirebilme dürtüsü, bir ihtiyaç, bir temel hak veya kimi zaman politik bir kavrayış olarak nitelendirilebilir. “Tehditlerin olmaması durumu” ya da “güvensizlik durumunun bulunmaması hali” ifadeleri de güvenliğin kelime anlamı olarak yorumlanmaktadır. Kısacası güvenlik kavramı, güvensizlik ihtimalleri doğurabilecek durumların bütünsel bir yapı olarak ortadan kaldırılması olarak ifade edilmektedir. Güvenlik, tarihte hem bireylerin hem de devletlerin varoluşsal ihtiyacı olagelmiş; bireyler ve devletler kendilerini güvende hissedecekleri bir çevre oluşturmaya ya da böyle bir çevrenin içinde yer almaya gayret göstermişlerdir.


Uluslararası İlişkiler disiplininde kavramın muğlak oluşuna dikkat çeken ilk isim Arnold Wolfers’ tır. Uluslararası ilişkiler disiplininde hatırı sayılır bir yere sahip olan Arnold Wolfers’ ın, bugünkü anlamıyla ilk defa bahsettiği güvenlik kavramı; “edinilmiş değerleri tehlikeye atan veya atma ihtimali bulunan herhangi bir tehdidin olmaması olduğuna göre”, mevzubahis kavrama ilk insandan bu yana yaşamsal önem atfedilmektedir (Wolfers, 1952: 484-485). İnsanlar güvenliğin ne olduğunu güvensizliğin hissettirdiklerinin ortaya çıkması ile anlar. İnsanlık tarihi boyunca güvenliği adına direnmiş ve gerektiğinde savaşarak güvenliğini koruyucu bir kimlik ile yaşatmaya çalışmıştır. Bireysel-toplumsal yaşamın her alanında ciddi bir güvenlik arayışı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden insanlık güvenlik olgusu üzerinden devamlı çatışma durumu içerisindedir.


İki büyük dünya savaşı sonrasında yaşanan Soğuk Savaş, devletlerin güvenlik olgusunu daha önemli hale getirmiştir. Ancak Soğuk Savaş döneminde güvenlik  sadece “askeri güvenlik” olarak kapsayıcı alanları dar bir zeminde tutulmuştur. Güvenliği tehdit merkezli, askeri tehdit odaklı bir bakış açısı ile yorumlanmıştır. Uluslararası ilişkilerde de yaygın bir kullanım alanı olan güvenlik kavramı, insanlar ve insanlardan meydana gelen devletler için türetilmiş bir kavram olmasından dolayı uzlaşılan bir tanımı yapılabilmiş değildir. Uluslararası ilişkiler alanında temel bir yeri olan güvenlik kavramı, hangi analiz düzeyinde ele alınırsa alınsın öncelik sırasında en başta gelmektedir. Çünkü güvenlik olgusu büyük ölçüde bir yaşamsal zorunluluk olarak değerlendirilmektedir.


Toplumsal farklı disiplinlerin dönemsel olarak yön değiştirmesi, kavrayış olarak farklı temellerde ele alınması  ve küreselleşmenin de etkisiyle, güvenlik parametreleri değişmiş ve güvenlik daha da önemli bir hâl almıştır. Küreselleşen dünyada güvenlik kavramı, uluslararası ilişkiler alanında sistemin yapısını belirleyip anlayabilmede önemli bir rol oynamaktadır. Güvenlik temel değerdir ve o kaybedildiğinde sahip olunan her şey kaybedilebileceği için insanlar güvenliklerini tehdit edecek şeyleri ortadan kaldırmak için ellerinden gelenin en iyisinin yapmaya çalışırlar.(Morgan,2006:1).


“Güvenlik” ile “Güç” kavramları birbirinin tamamlayıcısı olarak ele alınmaktadır. Güç odaklı güvenlik tanımına en önemli örnek olarak Niccolo Machiavelli’ nin Prens adlı eseri verilebilir. 16. yüzyılı yansıtan güvenlik  anlayışına göre, Machiavelli merkeze devleti koymuştur. Devlet idaresindeki sınıf ise devletin merkezde olduğu bu yaklaşımda güvenliği sağlamalıdır. Bir diğer tabirle yöneticinin gücü ile devletin güvenliği arasında mühim bir  bağıntı olduğu belirtilmektedir. (Arı, 2010: 174).


Realist (gerçekçi)bakış açışına göre, Dünya politikasının merkezinde ‘güç’ kavramı varlığını her dönemde korumaktadır. Realizmin en yaygın savunmasını yapan siyaset bilimci Hans Morgenthau, ulus-devletler “barış” gibi ulusal amaçları sağlarken, “güç” ögesinin böyle bir sonucu elde etmek için kullanabileceğini ve bunun çok mantıklı bir davranış olduğunu savunmuştur. Buradan yola çıkarak, güvenlik kavramının “güç” ile birlikte düşünülmesinin  uluslararası politikanın bir gerçeğini de ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.


Uluslararası alanda güvenlik iki biçimde kullanılmaktadır: devletin güvenlik anlayışına dayanan kullanımlar ile sistemin bütününe ve/veya bireylere yönelik güvenlik anlayışlarına dayanan kullanımlar söz konusudur. Bunlardan ikincisi, tüm devletlerin ortak olarak tehdit saydıkları durumların düzenlenmesi anlamını taşırken, diğeri de bir devletin iktidarını, vatandaşların refah düzeyini, ülkesel varlığını koruma ve geliştirme anlamını taşımaktadır.


Güvenliğin temel dinamiklerinin kavramsallaştırılması pratiği dönemsel olarak netlik kazanılabilen bir durum değildir. Kavramın sonradan üretilip toplumların kendi politik duruşları ile ulusal kapsamda etki alanlarının değişmesi ile beraber zamansız bir tanımı yapılamamaktadır. Aynı zamanda toplumsal üst otoriterlerinin politika anlayışları da kavramın niteliğini bulunduğu ulusal stratejik bütüne göre yönlendirmektedir. Güvenlik konusu ulusal ile uluslararası alanlarda siyasi stratejiler doğrultusunda ayrıştırılmaktadır.


İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN SOĞUK SAVAŞA DOĞRU

Tarihler 1945’i gösterdiğinde İkinci Dünya Savaşı sona ermiş ve sahneye iki güçlü devlet çıkmıştı. Savaşın sona ermesi ile birlikte, Soğuk Savaş  Dönemi olarak ifade edilen dönem başlamıştı. Kısmi çatışmaların  başladığı bu dönemde ABD ve Sovyetler Birliği "süper güç" olarak doğmuştur. ABD ve Sovyetler Birliği liderliğinde Doğu ve Batı şeklinde birbirine rakip iki ayrı blok kuruluyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte, ABD ve Sovyet Birliği’nin önderliğini yaptığı bir yanda Batılı, diğer yanda sosyalist devletlerden oluşan iki kutuplu bir dünya sistemine geçildi.


Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da komünist yapılar kurmak için harekete geçti. Sovyetler Birliği Doğu Avrupa'yı kontrol altına alıp Dünya ve Avrupa güvenliğine karşı Sovyet tehdidini resmen ilan etmişti. Sovyetler’ in işgali altında olan ülkelerin arasında iyi örgütlenmiş komünist partilerde vardı. Sovyetler Birliği’nin Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya gibi Avrupa Ülkeleri ile komünizm cephesi oluşturması siyasi denge unsurlarının hareket ivmesini durmadan sarsıyordu.


Dönemin İngiltere Başbakanı Wilson (1946) birtakım benzetmeler yapıyor. Sovyetler ve yandaş ülkelerini ‘ışık sızdırmayan demir perde’ olarak gördüklerini ifade ediyor. Bu ışık sızdırmayan perdede rol olan iki ideoloji Soğuk Savaşın başlangıç simgesi oldu. Sovyetler Birliği kontrol altında tuttuğu ve komünist cephesi oluşturduğu bu yeni düzende kukla hükümetleri kurmuş ve Doğu Avrupa’ya nüfuz etmeye başlamıştı. Sovyetler’ in yayılmacı politikası başka ülke sınırlarını tehdit ederek genişleme stratejisi amacıyla sert hamleler yapıyordu. Türkiye'den üs ve toprak talebinde bulunmak, Yunanistan’ı tehdit ederek etki alanını Balkanlara ve Akdeniz'e yaymayı amaçlamıştır. Sovyetler himayelerindeki kuvvetli kara ordusu ile Doğu Avrupa Ülkelerini Batılılarla savaşmadan komünistleştirmeyi başarmıştı. Soğuk Savaş, Doğu ve Batı bloğu arasındaki ilişkilerde blokların ve üyelerin davranışlarını denetleme amaçlı taraflar tarafından benimsenmiş kuralların olmadığı ilişkilerde tamamıyla güç odaklı davranışların önde olduğu bir dönemdir.


Tarihsel Kuruluşu ve Gelişme Süreci

İkinci Dünya Savaşı sonrası Doğu-Batı Bloğu arasındaki güvensizlik sarmalı ve realist kuramın etkisiyle, Kuzey Atlantik İttifakı’nın kuruluşuna ilişkin Washington Antlaşması, 12 devletin katılımıyla 4 Nisan 1949’da Washington’da imzalanmış ve 24 Ağustos 1949 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İkinci  Dünya Savaşı sonrasında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü(North Atlantic Treaty Organization),diğer adıyla Washington Antlaşması: ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, İtalya, Portekiz, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Danimarka, Norveç ve İzlanda tarafından imzalanması ile kurulan, savaş veya barış zamanında üyelerine dışarıdan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı ortak hareket etme prensibine dayanan askeri bir ittifaktır.


ABD kurduğu bu askeri ittifaklar sayesinde hem askeri güç olarak düşman gördüğü devletlere karşı bir ittifak kurmuş oluyor, hem de üye devletleri kendi hegemonyası altına alıyordu. Realist kurama uygun bir zeminde, siyasi ve askeri yollarla üyelerini korumayı amaçlayan, gerektiğinde güç kullanmak suretiyle Batı Bloğunun güvenliğini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Kolektif savunma hareketini güvenlik öznelerinin bulunmasıyla birlikte varlığını meşrulaştırabilmiştir.


Siyasi merkez Brüksel'dir. ’Ortak bir güvenlik anlayışı’ ile insanları korumak, ortaklıkları geliştirmek, barış ve istikrarı sağlamak, oluşabilecek yeni küresel tehditlerin önüne  geçmek ve üyesi olmayan ülkeler içinde işbirliğini teşvik etme amacı ile imzalanan bir antlaşma ile ortaya çıkan güvenlik kurumudur. Devlet merkezli askeri güvenlik yerini birden daha fazla uluslararası ilişkiler aktörünün devreye girdiği, karar mekanizmalarının dengeli hareket ivmesi ile yol aldığı, düzenin sağlanabilmesi için her unsuru kapsayan ortak bir güvenlik anlayışının sistemsel bir zeminde tutulduğu bir güvenlik örgütüne bıraktı.


NATO’nun kuruluş misyonunun: kendisine bağlı üyelerin siyasi ve askeri özgürlüklerini, ittifak anlaşmasına ve BM Şartı’na uygun bir şekilde demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü temelinde sağlamak olduğu belirlenmiştir. NATO’nun askeri alandaki dönüşümün potansiyellerini arttıran bir aşama olarak kabul edildi. NATO’nun kurulmasının önemli nedenlerinde biri de: Soğuk Savaş sonrası Avrupa’daki siyasi kuvvet dengesizliğinin yaşanmasıydı. Oluşabilecek tehditlere karşı ortak bir savunma örgütü ile sağlam bir sistem mekanizması kuruldu.


Savaş sonrası yaşanan bir kriz vardı. Dünya ve Avrupa güvenliğine karşı Sovyet tehdidi her geçen gün artıyordu. Amaç: yayılmacı, saldırgan Sovyetler Birliği politikasını etkisiz hale getirmekti. Kısacası Sovyet yayılmacılığını caydırmak, Avrupa’da milliyetçi militarizmin yeniden ortaya çıkmasının önüne geçmek ve aynı zamanda Avrupa’da siyasal bütünleşmeyi teşvik etmek olarak belirlenmişti. Bir başka amaç ise: güç birliği, ortak strateji, uluslararası sistemi denge tutma politikaları  ile üye ülkelerin toprak bütünlüğünü ve ideolojilerini korumaktı.


Pekala, bu tehditlere karşı savaş sonrası diğer ülkelerin yapabileceği veya örgütlenebileceği başka yapılanma yok muydu? Aslında vardı. Fakat, savaş sonrası ağır kayıplar yaşayan Batı Ülkeleri için bu çok büyük bir maliyet ve kayıpsız işleyebilecek savunma sistemi demekti. Ancak bu ülkeler bunun askeri gücü daima elinde bulunduran ve bunu üstlenebilecek sadece Amerika olduğunu biliyordu. Bu yüzden Birleşik Devletler Avrupa savunmasını kayıpsız işletmeyi, düzenlemeyi ve yönetmeyi üstlendi.


-Sovyetler Birliğini durdurmak isteyen bir başka Ülke İngiltere'ydi. İngiltere ile Fransa arasında 4 Mart 1947’de imzalanan Dunkirk Antlaşması’dır. Antlaşmaya ABD ve SSCB’yi de davet eden İngiltere’nin temel amacı Avrupa güvenliğine ABD’yi de dahil etmek, böylece SSCB’ye Avrupa’da daha fazla yayılamayacağını göstermekti. Fakat bu kapsamda taraflar arasında yapılan görüşmeler sonuç vermediği gibi, SSCB’nin politikaları dolayısıyla aradaki çatlak daha da derinleşmiştir.


NATO'nun kuruluşunda etkili olan diğer konu ise "Almanya sorunu" dur. Bu sorun Almanya ve diğer Avrupa devletleri tarafından farklı tanımlanmıştır. Almanya sorunu 19. yüzyılın ortalarından beri Almanya tarafından Almanların tek bir devlet altında birleşmesi gibi tanımlansa da, diğer Avrupa devletleri açısından bu sorun, Alman askeri gücünün Avrupa'da istikran ve güç dengesini bozma olasılığıdır(wALLMANN, 1986: 3).

 

NATO, aslında Sovyetlerin 1948 yılında başlattığı Berlin Ablukasına bir yanıttı. Bu yaklaşıma göre Almanya, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına yol açarak 20. yüzyılda iki kez Avrupa'daki sorunların kaynağı olmuştur. Böylece NATO'nun amaçlarında değişiklik olup olmadığı sonucuna varırken, Sovyet tehdidi ve Almanya sorununa müttefiklerin yaklaşımının incelenmesi gerekmektedir. Örgütün araçlarındaki değişikliği incelerken de özellikle örgüt içinde kabul edilen stratejiye bakmak gerekmektedir. Çünkü ittifak stratejisi, ittifakın temel görev tanımını yapmanın yanında, üyelerine olası bir saldın durumunda bu saldırının nasıl durdurulacağı ve bu süreçte ne tür silahların kullanılacağını açıklamaktadır.

 

Antlaşmanın giriş bölümünde taraflar demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde bütün halkların özgürlüklerini, ortak miraslarını ve uygarlıklarını korumakta kararlı olduklarını, Kuzey Atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesini amaçladıklarını ve barış ve güvenliği korumak için kolektif hareket edeceklerini açıklıyorlardı. İlk maddede uluslararası uyuşmazlıklarını BM Şartında belirtildiği üzere, barışçı yöntemlerle çözümlemeyi ve uluslararası ilişkilerinde kuvvet kullanmamayı veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmamayı kabul ediyorlardı.

 

İttifakın özünü ortaya koyan 5. maddeye göre taraflar, içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırıyı bütün üyelere yöneltilmiş olarak değerlendireceklerdir. Bir saldırı olursa BM Şartının 51. maddesinde tanınan bireysel ya da kolektif meşru müdafaa hakkını kullanarak, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak, saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardım edeceklerini taahhüt etmişlerdir.


-Türkiye 1952 şubat yılında NATO’ya katıldı.1954 yılında Türkiye’nin üstlerini NATO’ya açmaya ilişkin antlaşma imzalandı. Yaklaşık 90 tane askeri ve sivil nitelikli Amerikan tesisi kuruldu. NATO, Türkiye’ye altyapı yatırımları yapmaya başladı.1950 yıllar ile beraber NATO sahadaki savunma mekanizmasını değiştirmeye yönelik hamleler yaptı. Bu savunma stratejisi nükleer oldu. Bu güç unsurları ile ittifaklara yön verdi. Amerika güçlü noktası olan nükleeri hareket geçirdi. Çünkü ;kendi savunma ihtiyaçları, kendi silah sistemlerinin kendisine sunduğu potansiyelleri kullanarak yeni bir düzen oluşturacaktı. Amerika ve NATO  yaptığı bu hamleler ile güvenlik stratejilerini ve yapısını gelişmiş ve dönüşmüştür.


Sovyetler Doğu Bloğu Ülkeleri ile Varşova Paktı’nı oluşturacaktı.1960 yılında Avrupa oluşan nükleer denge büyük bir krize yol açmıştı. Sovyetler ilk balistik füzeyi yapmıştı. Amerika bunun takibini yakından izledi. Büyük bir çatışmaya neden olacak, binlerce insanın hayatını tehdit eden bu durumun yönünü çevirmek NATO’nun denge unsurlarını ön plana çıkarması, Amerika’nın Sovyetler ile arasındaki bağı koparmaması ile sağlandı. NATO’nun buradaki stratejisi şöyle oldu: Varşova Paktı ülkelerinin Almanya üzerinden NATO’yu tehdit edici unsurların ve saldırı düşüncesini caydırarak, ortak savunma prensiplerine sahip olmasıydı.


NATO, Soğuk Savaş döneminde hiç savaşa girmedi. Sovyetler Birliği yıkıldı, Varşova Paktı dağıldı ve artık NATO savaşa girmeye başladı. Soğuk Savaş dönemi, kendi alt dönemleri içinde NATO politikalarında farklılıklar ve bu farklılıklara uygun yapılanmalar getirmiş olsa da İttifakın kolektif savunmaya ve dolayısıyla Sovyet tehdidine odaklandığı bir süreç olarak bütünlük göstermektedir. Bu bağlamda İttifak açısından esas dönüşüm, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle yaşanmıştır. Çünkü SSCB tehdidinin ortadan kalkmasıyla birlikte misyonu da tamamlayan NATO, yeni dönemde yeni güvenlik öznelerinin bulunmasıyla birlikte varlığını meşrulaştırabilmiştir.


Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve NATO’nun ana tehdit kaynağı olarak tanımladığı Sovyet Bloğunun çöküşü ilk anda bir ittifak olarak NATO’nun varlığının sorgulanmasına neden olmuşsa da, bu dönemde Soğuk Savaş döneminin geleneksel tehditlerine eklenen etnik ve bölgesel çatışmalar, aşırı milliyetçilik ve radikalleşme, göç, kitle imha silahlarının yayılması, uluslararası terörizm, uyuşturucu ticareti, silah ve insan kaçakçılığı gibi yeni güvenlik sorunlarının ortaya çıkışı ittifakın hem dönüşümünün hem de varlığının taahhüdü olmuştur.

 

Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar varlığı ve amacı Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik Sovyet tehdidine karşı tanımlanan NATO’nun askeri bir ittifak olarak gelişmesi daha çok uluslararası güvenlik koşullarının gerektirmesi sonucu ortaya çıkmıştır.1960’larla birlikte NATO’nun kolektif savunmaya odaklı stratejisi, 1970’lerin sonuna kadar uluslararası sistemde yaşanan yumuşamaya (détente) uygun olarak biçimlendirilmiş, NATO Avrupa’nın Doğusu ile Batısı arasında yaşanacak yakınlaşma sürecinde rol oynayarak, artık güçlü kolektif savunmayla mevcut statükoyu korumak yerine onu değiştirmekte rol oynamaya başlamıştır.


NATO’nun  Karar  Mekanizması

NATO’da kararlar oybirliğiyle alınmakta, her üyenin veto yetkisi bulunmaktadır. NATO’nun temel görevleri kolektif savunma, kriz yönetimi ve ortaklıklar yoluyla güvenlik sağlamak olarak tanımlanmıştır. Söz konusu görevleri yerine getirmek üzere ittifakın yönetim yapısı Konsey, Genel Sekreter ve Askeri Komite olmak üzere üç ana birim ve bunlara bağlı alt dairelerden oluşmaktadır. Kuzey Atlantik Konseyi NATO’nun en yüksek karar alma organıdır. Dışişleri bakanları düzeyinde yılda iki defa toplanır.


Bunun dışında Konseyin işleri, üyelerin NATO nezdinde atadıkları sürekli temsilcileri aracılığıyla yürütülür. Konsey toplantılarına Genel Sekreter başkanlık eder. Hükümet ya da devlet başkanları da ülkelerini Konsey toplantılarında temsil edebilirler.1966’da Fransa’nın örgütün askeri kanadından çekilmesi üzerine Konsey’in yapısı yeniden düzenlenmiş, askeri konular için Savunma Planlama Komitesi kurulmuştur.


NATO’nun Misyonu, Görevleri, Faaliyetleri, Yönetim Yapısını bir röportaj üzerinden anlatalım;

1992 yılında Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner ile yaptığı röportaj:

 

·         Mehmet Ali Birand: Neden hala NATO var, düşman yok, risk yok?

·         Manfred Wörner: Düşmana ihtiyacımız yok. Barışın sağlandığı dönemlerden geçmiyoruz. İstikrarın sağlanmasının güç olduğu dönemlerden geçiyoruz.

NATO sayesinde istikrar var. NATO olmazsa kim risk alacak? NATO’nun politik rolü sayesinde Kuzey Amerika ve Avrupa’yı bir arada tutuyoruz. Biz politik kararları harmonize edip Batı dünyasının hareketlerini düzenleyen bir kurumuz. NATO’nun stratejisinin daha hareketli birimlerdir. Daha kolay hareket edebilen, konumlandırılabilen, küçük veya büyük birliklerdir. Bu hızlı reaksiyon gücü ile sağlam bir savunma hattı oluşturmaktadır. Bu gereken durumlarda gerekli yolları kullanacak politikacıların karar verebileceği bir durumdur.


-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) gibi küresel ölçekte güçlü yapıların da politika üretim sürecinde attıkları adımları şekillendirmiştir. Buna göre, AB’nin Soğuk Savaş sonrası güvenlik politikalarını topluluk anlaşmalarına dâhil ederek dış politika ve savunma alanında adımlar atması, Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde değişen tehdit ve güvenlik algısı ile de doğrudan ilişkilidir. Soğuk Savaş sonrası dönemde AB ve ABD’nin tehdit algılamalarında yaşanan değişim; hem AB’nin demokrasi, insan hakları gibi önemli değerleri ihraç eden siyasi bir yaklaşım benimsemesinden, hem de ABD’nin küresel boyutta askeri gücünü artırmayı amaçlamasından kaynaklanmıştır.


NATO Sürdürülebilir Mi?

Sürdürülebilir güvenlik, ulusal güvenliğin denge politikasındaki parametreleri doğru okuyabilme ve hareket yönlerini doğru seçebilme pratiğinin örgütlenebilmesi  ile süregelen bir anlayış ile kapsayıcı özellik kazanmaktadır. BM’nin Brundtland Raporu’nda, “günümüzün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” olarak tanımlanmıştır. Sürdürülebilir güvenlik yaklaşımı köken itibarıyla sürdürülebilirlik kavramının ulusal ve uluslararası kamu politikası süreçlerini biçimlendiren bir ilkeye dönüşmesiyle, uluslararası düzlemde toplumsal kalkınmayı bütünleştiren süreçlerden meydana  gelmektedir.


Sürdürülebilir bir kalkınma gündeminin temel dinanizmleri arasında çevresel, toplumsal ve ekonomik sorunların politika ve karar verme sürecinde ileriye dönük  tamamlayıcı unsurları ile hareket etmesi öngörülmektedir. Sürdürülebilir kalkınma  yaklaşımı çerçevesini, toplumsal ve ulus devletler arası kalıcı barış unsurlarının dengede tutulması oluşturmaktadır. Bu çerçevenin güvenlik etiğini uzun vadeli uygulanan politikaların uyumu oluşturmaktadır. Toplumsal, ekonomik, çevresel, politik sorunların pratikte çözüme ulaştırılması sürdürülebilirliğin gelişiminin ana tayin edici gücünü oluşturmaktadır.


Sürdürülebilir güvenliğin biçimlenmesi ve gelecek nesillere aktarılması süreci stratejik eşgüdümlü bir yönetime dayanmaktadır. Kısa vade-uzun vade dengeleri, stratejik hamleler, kalıcı unsurları iyi okuyabilme, eşgüdüm ve politika uyumunun öne çıktığı bir güvenlik örgütlenmesinin  çok disiplinli ve bütünleşik bir kamu politikası ile gelişimini pozitif bir yönde ilerletmesi mümkündür. Bu bağlamda NATO kolektif savunma fikri ile ortaya çıktığı için bu süreci karmaşık bir zeminden alıp, istikrar ve barış ortaklıklarını gelecek nesillere aktarılmasını sürekli bir karar mekanizması haline getirmelidir.


NATO bir transatlantik bölge yani, Avrupa ve Amerika arasındaki bölgeleri kapsayan bir anlaşmadır. Kalıcı barış zemininin sınırlarını genişletmesi gerekmektedir. NATO siyasi bir dengede insanları korumak, ulus-devletler arası  barışı sağlamak ve küresel dünya  düzeninde işbirliğine teşvik edici  rol üstlenerek  kurulmuştur. Güvenlik ihtiyacı ile ortaya çıkan bir güvenlik kuruluşun uzun vadede barışı sağlama ve güvenliğin unsurlarını sağlam zeminde sürdürebilmesi için doğru ittifaklar ile hareket ivmesi kazanması gerekmektedir.


Savaşın bölücü ve insanlığı tehdit edici unsurlarını herhangi bir ayrım gözetmeksizin aynı dengede çözmeye çalışması ve bağlayıcı, bütünleştirici unsurları doğru alanlarda  kalkındırması gerekmektedir. Çok disiplinli kalıcı barış politikasını yaygınlaştırması ve gelecek nesillerin güvenlik endişelerini azaltmaya yönelik çalışmaları potansiyel olarak merkezde yürütmesi gereken bir anlayış ile hareket  etmelidir. Ülkelerin  yaşadığı sorunların daha az  kapsayıcı alanlarda çözmeye çalışması güvenlik sorunlarını karmaşık bir zemine yaymaktadır.


Ülkeler  NATO’yu toplumsal olarak güvenliği sağlama rolünden uzaklaştığını öngörmektedirler. En büyük nedenlerden biri de: NATO’nun ittifakları bir arada tutabilmek adına güvenlik sorunlarını zaman zaman görmezden gelmesidir. İşbirliğine teşvik edici rolünü siyasi karar mekanizmalarının yön değiştirmesi ile geri planda tutması da bir başka nedenler arasında  yer almaktadır. ABD, NATO’nun askeri organizasyonlarında tek karar mekanizması gibi davranmakta ,aynı zamanda  askeri ve finansal destek ile  tek başına inisiyatifler alarak hegemonyasını sürdürmektedir. Bu durum diğer ülkeler ile ilişkilerinin etkinliğini azaltmaktadır.


NATO günümüz küresel dünya  düzeninde önemli bir yere ve konuma  sahiptir. Varlığını  hala  sürdürmektedir. NATO varlığını  sürdürebilmek için  alınan kararların hem ittifak içindeki hem de ittifak dışındaki ilişkilere zarar vermemesine, alınan kararların başka bir ülke  sınırını tehdit edici unsurlar barındırmaması yönünden almalıdır. Kararlar kapsayıcı, kalıcı barışa teşvik edici seviyede olmalıdır. Üye ülkeler arasındaki ilişkilerde yaşanan çatışma ve anlaşmazlıklar denge unsuru üzerinden  çözümler ile pratikte öne sürülmelidir. Örgüt içerisindeki amaç birliği ve güvenlik ihtiyacının da farklılaşmasıyla birlikte gelecekte daha da derin krizler yaşanabilir. Bunun önüne  geçmek ve örgütün bekasını  sağlamak için doğru analizler ile çözümler sunulmalıdır.


Denge  siyaseti ile amacın kalıcı istikrarlı bir barış olduğu ve bu amaç doğrultusunda  gelecek  stratejileri oluşturulmalıdır. Sorunlara doğru perspektiften bakmak ve analizleri doğru noktalarda yapmak  gerekmektedir. Kapsayıcı  stratejiler ile tüm  ittifak ülkeleri arasında mutabakat sağlanmalıdır. NATO’nun ve mevcut uluslararası sistemin sürdürülebilirliğini bu esaslar doğrultusunda  gelecek nesillere aktarması mümkün olarak gözükmektedir.

 


KAYNAKÇA

NATO'nun Tarihi Belgeseli | 32.GÜN

Yiğit, H. (2017). Orta Doğu’daki Güvenlik Sorunlarının Bölgesel Güvenlik Yapılanmasına Etkisinin Analizi. Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa

WALLMANN, Walter (1986), "Is There a New German Question," West Germany, East Germany, and the German Question: Five Lectures at the American Institute for Contemporary German Studies (Washington, D.C.: The Johns Hopkins University): 3-11.

Wolfers, Arnold. 1952. “‘National Security’ as an Ambiguous Symbol.” Political Science Quarterly 67 (4): 481-502.

ARI, Tayyar (2010) Uluslararası İlişkiler Teorileri, Bursa: MKM Yayıncılık.

MORGAN, Patrick M. (2006), International Security Problems and Solutions, Washington ,DC: CQ Pres

 

 

 


 

Comentários


bottom of page