top of page

YAPISAL REFORM MESELESİ

Dr. İlhan Döğüş

Güncelleme tarihi: 7 Şub

Yapısal reform, ana akım iktisatçıların ağızlarından düşürmedikleri, her şeyin tek çaresi olarak sundukları, her şeyi açıkladığını sandıkları en gözde kavramlardan biri oldu son yıllarda. Fakat bu söylemde birçok çelişki ve hata mevcut. Bu yazıda bunları irdelemek istiyorum.

Öncelikle, yapısal reform iktisat literatüründe ve bunları gelişmekte olan ülkelere dayatan IMF'nin stand-by anlaşmalarında Türkiye'deki ana akım iktisatçıların pazarladıkları şekilde tanımlanmıyor. Dünyada hiç kimse yapısal reformlardan hukukun üstünlüğünü kastetmiyor. Kimsenin de kavramların genel kabul görmüş içeriğini ve anlamını kendi kafasına göre değiştirmeye hakkı ve lüksü yoktur. Yapısal reformlardan kastedilen, iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesidir. Kıdem tazminatının kaldırılması, işten çıkarmaların kolaylaştırılması, işsizlik maaşının süresinin, miktarının ve kapsamının daraltılması, toplu pazarlık sözleşmelerinin kapsamının azaltılması, sendikalaşmanın zorlaştırılması yapısal reformların temel içeriğidir.


Bunları önerirken yürüttükleri akıl, güvencesiz çalışma koşullarının verimliliği arttıracağı yönündeydi. Bir uluslararası konferansta yaptığı sunumda esnek, güvencesiz çalışma sözleşmelerinin verimliliği artırdığını iddia eden OECD’de çalışan iktisatçı, “Sizin de sözleşmeniz esnek yapılırsa siz de daha verimli çalışır mısınız?” yönündeki soruma yanıt vermemişti. Oysa teknolojinin değişim hızının arttığı son 30 yılda verimlilik artışının tüm dünyada niye yavaşladığına kafa yorsaydı, verimliliğin aslında talebe, talebin de ücretlere güçlü şekilde bağlı olduğunu anlayabilecekti. Talebin baskılandığı bir ortamda firmalar daha yüksek verimlilik sağlayacak yeni teknolojik makinelere daha fazla satamayacakları için yönelmeyeceklerdir. Yönelseler bile o yüksek teknolojik makinelerle daha fazla üretmeyeceklerdir çünkü satamayacaklardır. Güvende hissetmemenin sebep oldu anksiyete, depresyon ve panik atak gibi psikolojik rahatsızlıkların verimliliği düşürdüğü psikolojinin konusu olsa da akademide bilimsel makalelerin ve öğretimin kalitesinin düştüğü açıkça gözlenen bir olgudur.


Bir diğer çelişki, yapısal reform dedikleri gibi hukukun üstünlüğü ise hukuk ayaklar altına alınırken, vekiller, gazeteciler, akademisyenler ve öğrenciler hukuksuzca tutuklanırken, kayyumlar atanırken itiraz etmeleri gerekiyordu bu ana akım iktisatçıların. Fakat sadece Merkez Bankası başkanının görevden alınmasına itiraz ettiler ve demokrasiyi sadece merkez bankası bağımsızlığına indirgediler. Oysa insanların hayatını etkileyen faiz gibi önemli bir kararı verenlerin hesap vermemeleri ve faiz kararlarının sonuçlarını halkın oylarıyla seçilmiş hükümetin ödemesi, bir demokrasi ihlalidir. Sadece Türkiye’dekiler değil, dünyadaki tüm anaakım iktisatçılar, teknokrasiyi demokrasi diye pazarlıyorlar ve hiçbirisinin toplumlarındaki çoğulculuğu kuşatacak bir demokrasi anlayışı yoktur- aksine politika alanında gayet milliyetçi ve devletçidirler. Merkez bankası bağımsızlığının enflasyonu düşürdüğünü sanmaları ise garabettir çünkü bağımsız merkez bankasının yürüttüğü enflasyon hedeflemesini uygulamayan ülkelerde de enflasyon 1990lardan sonra düştü ve pandemi sonrası enflasyon da söyledikleri gibi tasarruf ve işsizlik artmadan düştü zira enflasyon talep kaynaklı değil.


Üçüncü ve en tuhaf çelişki, enflasyonu düşürmenin tek ve en etkili çözümü diye sundukları faiz artışlarının 1 yıl boyunca enflasyonu artıran en güçlü faktör olan Dolar-TL kurunu düşürememesini yapısal reform eksikliğiyle açıklamalarıydı. Evet, yapısal reform vurgusu yaptılar yıllarca ama faizin kuru düşürmesi için yapısal reform gerekir demedi hiçbirisi. Bu bahaneyi yanılınca sonradan uydurdular. Önce yapısal reform yapılsaydı, faiz artışı için geç kalındı diyeceklerdi. Fakat daha komik olanı, döviz kurunun faiz kararına tepkisi birkaç dakika sürüyor ve bu birkaç dakikalık ilişkiyi yapılması ve sonuçlarının alınması yıllar süren eğitim ve hukuk reformları olarak tanımladıkları bir fenomenle açıkladıklarını sanmaları.


Son olarak, “Yapısal reform yapılmadan yabancı gelmez” dediler fakat Fed ve diğer gelişmiş ekonomilerin merkez bankalarının faiz indirmeyi sinyallediği Mart 2024’ten sonra yabancı sermaye gelmeye başladı. Sadece Türkiye’ye değil, diğer gelişmekte olan ekonomilere de aynı zamanda gittiler.

Özetle, tüm fonksiyonları toplumları yoksulluğa ve kemer sıkmaya ikna etmek olan ana akım iktisatçılar kendilerini ne kadar çağdaş, modern, aydın sansalar da çelişkileri ve yanılgılarıyla yüzleşmedikleri ve sonradan bahane uydurmaya devam ettikleri sürece bağnaz kalmaktan kurtulamayacaklar.

Comments


bottom of page