top of page

ÖFKENİN ZARARLI SOMUTLAŞTIRMASI: ŞİDDET VE SINIFLANDIRMALARINDAN ÇOCUĞA ŞİDDET

Şiddet farklı tanımlara sahip olmakla birlikte zanlının; mağdurun fiziksel, ruhsal, mal varlığı yahut ekonomik durumuna yönelik tek taraflı iradesiyle gerçekleştirdiği cebri davranış biçimi olarak nitelendirilebilir.

Bu tanım öznel bir tanım olmakla beraber aslına bakıldığında oldukça kapsayıcıdır. Aynı zamanda şiddet; 6284 numaralı ‘Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun’un tanımlar başlıklı 2.maddesinde ‘’ : Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış’’ olarak belirtilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü ise şiddet kavramını ‘’fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması’’ şeklinde açıklamıştır.

   

Şiddet hakkında birçok tanım yapılmasının diğer bir sebebi de multidisipliner bir incelemeye tabi tutulması ihtiyacıdır. Nitekim şiddet; yaşanan olgu, maruz kalan mağdur yahut şiddeti uygulayan saldırgan gibi içinde barındırdığı unsurların değişkenlik göstermesiyle farklı kısımlara ayrılır. Bu sınıflandırmalardan birisi saldırgan adedi ölçeğinde incelenir. Bu bakımdan şiddet bireysel ve kolektif olmak üzere iki kısma ayrılır.  Bireysel şiddet tek kişi tarafından uygulanmaktayken kolektif şiddet bir grup tarafından uygulanır. Bu ayrım yukarıda bahsettiğim üzere saldırgan adedine göre yapılsa da mağdurlar bakımından da belirli sınıflandırmalara gidilebilir. Özellikle bireysel şiddet tek bir mağdura karşı işlendiği zaman mağdurun niteliklerine göre çokça alan karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan bazılarına örnek vermek gerekirse:


a-      Çocuğa yönelik şiddet

b-     Kadına yönelik şiddet

c-      Yaşlıya yönelik şiddet

d-     LGBT bireylerine yönelik şiddet

e-     Kardeşler yahut akranlar arası şiddet

f-       Engelli bireylere karşı şiddet

g-      Flört şiddeti vb. kavramlar ortaya çıkmaktadır.(adli psikolojiye giriş/Oğuz Polat)

Diğer bir sınıflandırma ise şiddet tipinin uygulanma biçimine göre yapılmaktadır. Aslında günlük hayatta kullanılan sınıflandırmaların aydınlatıcı yönü bu bölümde bulunmaktadır. Fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik ve siber şiddet şeklinde ayrım yapılmaktadır.

   

Şiddet kavramı incelenirken -özellikle kadına şiddet olaylarında- uygulanması gereken yöntemler tartışılmış ve farklı görüşler ortaya atılmıştır. Günümüz doktrininde kabul edilen görüş ''ekolojik model''dir. Bu modele göre bir faktör tek başına şiddet uygulanma sebebi olamaz. Şiddetin mağdurda etki bırakacak düzeyde gerçekleşebilmesi için bireysel, toplumsal ve çevresel birtakım etkenlerin birleşmesi gerekmektedir. Dairesel bir şablonla karşımızda olan ekolojik model birbiri içinde merkezleri ortak dört daireden oluşmaktadır.


Bu daireler içten dışa doğru:

1-     İnsanın ilişkilerde davranışlarını etkileyen psikolojik ve kişisel geçmiş

2-     Aile ya da tanıdıkları kapsayan, şiddetin gerçekleştiği ortam

3-     Formal ya da formal olmayan, resmi(kurumsal) ya da gayriresmi(arkadaş grupları) kurum ve sosyal yapılar

4-     Toplumsal normlar dahiliyetinde ekonomik ve sosyal çevre, olarak belirtilmiştir.(Schwartz et all.,2005)


Bu düzeylerin hepsi kendi kapsamlarında kişinin iç dünyasını etkilemektedir. Bireysel daire ve  ailevi ilişkiler dairesi tarafından bakıldığında ebeveynleri şiddetli geçimsizlik yaşayan bir küçüğün kendi ilişkilerindeki tutumunun ailesinden ötürü değişkenlik göstermesi örnek gösterilebilir.


Yaşanılan bölge bakımından bir arkadaş grubu ele alabiliriz. Bu grupta kadın-erkek ilişkileri bakımından erkeğin şiddet uygulamasını meşru gösterecek derecede dengesizliğin yadırganmaması ve nihayetinde gruptaki bireylerin bu tür ikili ilişkilerdeki davranış şekillerinin etkilenmesi üçüncü daire kapsamında ele alınır.


Dördüncü daire ise üçüncü dairede belirtilen küçük grupların daha büyük topluluklar nezdinde toplumsal normlara dönüşmesinin sebep olduğu şiddet olaylarını inceler. Örneğin 3. Dünya ülkelerinden birinde doğan kişinin hayatı boyunca yapılan hataların şiddetle cezalandırılması sebebiyle kendinden zayıflara karşı bu yöntemi benimseyerek çelişkileri gidermeye çalışması bu dairenin konusunu oluşturmaktadır.

Şiddet kavramını detaylıca inceledikten sonra önemli alt başlıklarından olan çocuğa yönelik şiddeti inceleyebiliriz.


Çocuğa Yönelik Şiddet

Şiddeti daha önce tanımladığımıza göre buradaki çocuk kavramının sınırlarını çizmeliyiz. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre 18 yaşını doldurmayan tüm bireyler çocuk kabul edilir. Ülkemizde de yürülükteki medeni kanunun erginlik yan başlıklı 11. maddesine göre bireyler normal şartlar altında 18 yaşında ergin olmaktadırlar. Bu durumda 18 yaş altındaki insanlara uygulanan şiddet çocuğa yönelik şiddet olarak isimlendirilir.


Çocuğa yönelik şiddet ebeveynler tarafından uygulanabileceği gibi diğer erginler tarafından da uygulanabilir. Çocuk istismarı olarak da adlandırılan bu durum tanımlanırken ‘ 0-18 yaş grubu çocuğun kendisine bakmakla yükümlü kişi veya kişiler tarafından zarar verici, kaza-dışı ve önlenebilir bir davranışa maruz kalmasıdır’ şeklinde kullanılır.(adli psikolojiye giriş/oğuz polat). Aslında bu tanım çocuklara karşı hangi davranışların şiddet ve istismar adı altında incelenebileceğini genel hatlarıyla açıklamıştır. Bu tanıma göre davranışın çocuğa şiddet olarak adlandırılabilmesi için küçüğe maddi manevi bir zarar verilmesi, zarar doğuran fiilin kasten işlenmesi ve her ne şekilde olursa olsun bu davranışın önlenebilir niteliklere sahip olması gerekir.


Çocuk istismarı dört grupta incelenir:

1-     Duygusal istismar

2-     Fiziksel istismar

3-     Cinsel istismar

4-     İhmal

Duygusal, fiziksel ve cinsel istismar genel hatları bakımından yaşlı ve kadın istismarıyla aynı özellikleri taşımaktadır. Çocuk istismarını diğerlerinden ayıran asıl husus ihmaldir. İhmal küçüğe bakmakla yükümlü kimsenin vazifesini yerine getirmemesi anlamına gelmektedir. Bu görev en genel haliyle temel ihtiyaçların giderilmesini kapsar. Beslenme, barınma, maddi ve tıbbi gereksinimler vb eksikler ilk olarak aklımıza gelse de toplum olarak atladığımız husus küçüğün duygusal ihtiyaçlarıdır. İşbu sebepten bu konuyu biraz detaylandıracağım.


Çocuklar doğumundan kanuni sınır olan 18 yaşına kadar ebeveynlerinin velayeti ya da vasilerinin vesayeti altında yaşamlarını sürdürürler. Çocukların dış dünyada görülebilen, yokluğu derhal hissedilecek; beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak kolaydır. Ancak ebeveynler ve vasiler -özellikle ülkemizde- çocukların duygusal gelişimleri hakkında yeterli bilgi birikimine sahip değildirler. Çocuklar bu durumdan farklı şekillerde olumsuz etkilenebilir. İçine kapanma, sessizlik, duygusal bastırılmışlık, öfke problemleri, kontrolsüz hareketler, psikomotor becerilerinde gelişim problemi gibi sonuçlar çocukların psikolojik gelişimlerini negatif yönde etkilemektedir. Bu problemlerin temeli benim görüşümce Türk aile yapısının dogmatik gelenekselciliği aşamayıp çağın gerekliliklerini reddetmesidir.


Anne babalarımızın; çocuklarını kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmek istemeleri, diğer bir tabirle küçüğün iradesinin yok sayılarak toplum nezdinde onaylanan tipik bir modele dönüştürme çabası ülkemizde ruhsuz bir gençlik güruhu oluşturmaktadır. Çocukların duygularının önemsenmemesi ve ebeveynlerinin isteklerinin baskılanması zamanla çocukların nefret ettikleri ebeveynlerinin karakteristik profiline dönüşmesiyle son bulur. Kısa vadede ise anne babanın baskısının hissedilmediği anlarda, çocukların iç dünyasında biriktirdikleri duygusal aktivizmin ekstrem noktalarda realiteye dökülmesi şeklinde gerçekleşir. Bu durumda çocuk ilk olarak anne ve babasının isteklerine göre hareket edecek fakat bulduğu ilk boşlukta frenlediği davranışları gün yüzüne çıkacaktır. İlerleyen zamanlarda çocuk fiziksel ve düşünsel olarak erginliğe yaklaştıkça kendi hareketlerini kendisi belirleyecek ve bu durum ebeveyn-küçük ilişkisine olumsuz yansıyacaktır. En nihayetinde ise çocuk büyüyüp ebeveyn olacak, kendi ebeveynlerinde gördüğü negatif despotizmi yüksek ihtimalle çocuğuna yansıtacaktır. Bu yüzden unutulmamalıdır ki küçüğün özgürlüğünü kısıtlamak gelecek nesilleri de dolaylı yoldan etkilemektedir. Anne ve babalarımız nasıl bir evlat istediklerine değil çağın gerektirdiği şartlara uygun sağlıklı ebeveyn standartlarına odaklanmalıdır.

Çocukları korumak ve optimal yaşam koşulları için gerekli ilgiyi göstermek hem toplumumuzun hem de çocuğa bakmakla yükümlü kişilerin asli görevidir. Çocuklarımızı her daim fiziksel ve duygusal alanlarda abartı sınırlamalara tabi tutulmaksızın desteklemeli ve dengelemeliyiz. Ülkemizin bekasını emanet ettiğimiz çocuklarımız vatanımızın en büyük değerleridir. Bir anne ve babanın kendine ve vatana katkısı olacak çocuklar yetiştirmesi yapabilecekleri en büyük yatırımdır. Mustafa Kemal Atatürk bu sebepledir ki milletimizin geleceğini çocuklara emanet etmiş, ''Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.'' diyerek biz gençlere en önemli görevi ve en değerli hazineyi miras bırakmıştır.


Bình luận


bottom of page